31 Ağustos 2024 Cumartesi

ÖNEMLİ BİR ARAŞTIRMA VE KİTAP OKUYUN İRDELEYİN VE DÜŞÜNÜP SORGULAYINIZ!

 31 Ağustos 2021



ÖNEMLİ BİR ARAŞTIRMA VE KİTAP

OKUYUN İRDELEYİN VE DÜŞÜNÜP SORGULAYINIZ!
"Müslüman Aklının Mühürlenmesi;
İslamın Entelektüel İntiharı,
Günümüz #İslamcılık Krizini Nasıl Yarattı”
Konuyla ilgili linkler
https://skocax.medium.com/m%C3%BCsl%C3%BCman-aklinin-m%C3...
Ayrıca #Bakınız:
• BİLGİ GÜÇTÜR BİLGİ olmadan GERÇEĞE ahsen FİKRE ve REFAHA ulaşılamaz https://www.facebook.com/photo?fbid=121002820041700&set=a.107800448028604 https://aaldemira.blogspot.com/.../bilgi-guctur-bilgi...
• BİLGİ GÜÇTÜR BİLGİ olmadan GERÇEĞE ahsen FİKRE ve REFAHA ulaşılamaz 486 https://www.facebook.com/groups/bilgigucturbilgiolmadangercegeahsenfikreulasilamaz
Araştırmak, irdelemek, sorgulamak, düşünmek vb ZİHNİ ÇALIŞMALARI yapmak, ölçüye evrensel ilkelere vurmak gerçeklerle karşılaşmanın yoludur.
Bunları yapmadan DOĞRU BİLGİ olmadan GERÇEĞE de AHSEN fikre de ulaşılamaz.
Modern çağın tüm KÖLELİKLERİNDEN kurtulmanın tek ve yeğane yolu olan ARAŞTIRMAK, DÜŞÜNMEK, SORGULAMAK vb zihni çabaları yapmak DEĞİŞİMİN başlangıcıdır.
Dertlendiğiniz her şey çözümün de habercisidir.
KİTAP OKUMAK ve KURANI YAŞAMAK; kainat kitabına bakmak, seyretmek ya da yazılı kitapların lafızlarına anlamadan ses vermek, kelime, cümle veya ayetleri tekrarlamak, mealleri yarıştırmak ya da bilgi veya algı depolamaktan öte olup
· yaratılmış KAİNAT kitabındaki, insan, toplum, eşya, olay ve olguları
· ya da yazılı kitap mushaf Kuranı Kerimdeki #ayetleri,
· aklı, kalbi ve zihni olarak her türlü AYARTILARDAN uzaklaşarak, tüm benliğiyle DOĞRULARA teslim olmak amacıyla
· #ikra-karea, #tilavet #zikr #mekes, #tertil, #ders, #hamil/amil #hatm, #hıfz #vaaz #semia-dinleme #ittiba, #itaat, #secde, #beyan, beliğ-#tebliğ, #inzar vb üzere OKUMAK;
· zihni tüm melekelerini gereğince kullanarak #akletmek, #düşünmek, #sorgulamak, #tedebbür #tezekkür #fehm, #fıkh, #idrak, #şuur, kalb, vicdan, lubb, fuad, sadr, nuha, va'y, hicr, #te’vîl, #tefsir vb üzere DÜŞÜNME çalışmalarını yapmak suretiyle,
· anlamını, satır aralarını, arka planını, temel ilkelerini, anlatmak istediklerini, DOĞRU MANALARI, EVRENSEL İLKELERİ gereğince ANLAYIP
· yani kitaplardan #KURANA en mükemmel zirve evrensel manaya #ZİKRE ulaşıp
· içselleştirip hayatını buna göre yapılandırarak tedbir almak, değişmek, #yaşamak, hayatta #örnek olup #anlatmak ve tebliğ etmektir.
• KİTAP KURAN OKUMAK NE DEMEKTİR 3.5b https://www.facebook.com/groups/KITAPKURANOKUMAKNEDEMEKTIR/
OYSA:
Düşünceyi Kitaba söyletmek değil, Kitabın anlattığı #DoğruManaya ulaşmak ve yaşamaktır.
Zihni melekelerini gereğince kullanarak MUSHAFI, yazılı kitap Kuranı Kerimi okumak, lafızlarına anlamadan ses vermek, kelime, cümle veya ayetleri tekrarlamak, mealleri yarıştırmak ya da bilgi veya algı depolamaktan öte olup anlattığı #DoğruManalara, Muradı İlahi’yeye, ondaki evrensel ilkelere ulaşmak ve bunları yaşamaktir.
DOĞRU MANA, İLİM, en kıymetli HAZİNEDİR, YAŞAMA yazdıkça ANLAM VE DEĞER KATAR.
• KİTAPTAN MANA ÇIKARICI OLMAK 1.6b https://www.facebook.com/groups/kitaptanmanaikariciolmak
Rabbilalemine, yazılı mushafta ya da alemde var edilen yaratılan kitaplardaki ayetlerin anlattığı DOĞRU manalara KURANA, evrensel ilkelere, vicdana uyarak, ahlakını Kuran yapanlardan olma dileğiyle,
Muhabbetle
*
FARKLI DEĞERLENDİRMELER
"“Gerçek şu ki, Allah katında, yeryüzündeki canlıların en değersizi, aklını kullanmayıp sağır ve dilsiz kesilenlerdir.” (8/22)
Kur’an’da aklın kullanılması ile ilgili yetmiş küsur ayet bulunmasına rağmen, Müslüman geleneğinde -belli birkaç dönem hariç- akıl kullanılarak bilim ve hukuk üretilmemiş ve dünyaya örnek olabilecek bir medeniyet oluşturulamamıştır. Akıl, bütünüyle vahyin ve rivayetlerin gölgesinde hükümsüz bırakılmıştır. Halbuki vahyin ve rivayetlerin muhatabı akıldır. Akıl terk edildiğinde ne Kur’an, ne de kainat ayetleri anlaşılamaz.
Müslümanların önemli bir kısmının, vahiy ile aklı, din ile felsefeyi karşı karşıya getirip çatıştırması, hakikat adına kabul edilemez; çünkü İslam’da din, akıl, hikmet, hakikat, şeriat, ilim, bilim ayrımı yoktur. Bu ayrımı yapanlar, Müslümanlara büyük zarar vermektedirler. Zaten Müslümanların pek çok alanda geride kalmalarının temel nedeni de aklı gereği gibi kullanmamış olmalarıdır.
Müslümanların bilimde ve medeniyette zirve yaptığı dönem, 830 yılında Bağdat’ta Beytül Hikme’nin kurulduğu ve dolayısıyla, felsefenin ve aklın büyük oranda kullanıldığı, tercümelerin yapıldığı Abbasiler dönemidir. Abbasilerin 7. Halifesi Me’mun iktidara gelince, felsefeye çok ilgi gösterdi ve aklı merkeze alan Mutezileye destek vererek bilimin gelişmesine büyük katkı sağladı. Bu durum, 10. Halife Mütevekkilin iktidara gelmesine kadar devam etti.
7. Halife Me’mun’dan 10. Halife Mütevekkil’e kadar mutezilenin akılcı düşüncesi ve yöntemi iktidardaydı. Bu yöntemle çeşitli ilimlerde büyük başarılar sağlandı. Halife Mütevekkil işbaşına gelince, Mutezile fikrine karşı cephe aldı ve akıl ile felsefeyi dışladı; yerine keşf, keramet, ilham, rüya, kalp ilmi gibi metafizik unsurlarla ayakta duran tasavvufu yerleştirdi. Böylece, “BeytülHikme” denilen bilim yuvasını Nizamiye medreselerine dönüştürüldü. Bu medreselerde bugünkü Sünniliğin kaynağı olan rivayet/hadis merkezli mezhepler öne çıkmış oldu.
800’lü yılların başında kurulan, felsefe ve tercüme eserlerle önemli bir bilim yuvası haline getirilen BeytülHikme kapatılınca, aklı merkeze alan fikir adamları büyük sıkıntılarla karşı karşıya geldi. Büyük filozof olan Kindi’nin kütüphanesine el konuldu. Bağdat’ta düşünceleri kısıtlanan Mutezililer, dört bir yana dağılmak zorunda kaldılar; ancak düşüncelerinden vaz geçmediler. Gittikleri yerlerde fikirlerini yaymaya devam ettiler ve Farabi, İbni Sina, İbniRüşd gibi dönemin en büyük akılcı filozofların yetişmesini sağladılar.
Bu kısa girizgahtan sonra “Müslüman dünyasında aklın mühürlenmesi”nin sebepleri üzerinde durmaya çalışalım.
Müslümanların hayat kitabı olan Kur’an’a baktığımızda, Kur’an, baştan sona insanları düşünmeye ve akletmeye çağırdığını görürüz. Kur’an’da sıkça geçen teakkul, tefekkür, tedebbür, tefakkuh, nazar gibi kavramlar, yazılı ve kevni ayetler üzerinde ne derece durmamız gerektiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bizzat hayat kitabı olan Kur’an tarafından bu hakikat ortaya konulurken, ilk dönemlerde bazı Müslümanların, daha sonra cumhurun akıl, hikmet ve felsefe yerine rivayet ve nasçılığı kabullenip yayması ve cebriyeciliğe teslim olmaları asla kabul edilemez. Aklı, düşünmeyi ve felsefeyi dışlamak demek, orta çağ Kilise fikriyatını benimsemek demektir ki bu durum, gelişmenin ve ilerlemenin sonu olacaktır, olmuştur.
Yukarıda da değindiğimiz gibi Abbasiler (7. Me’mun, 8. Mu’tasım ve 9. Vasık Halifeler) döneminde akıl merkeze alınarak hem felsefede hem de tabiat bilimlerinde önemli gelişmeler kaydedildi; ancak 10. Halife Mütevekkil’den itibaren durum tersine dönmeye başladı. Yine de Gazali’ye kadar akılcılık ile nasçılık beraber atbaşı gittiği söylenebilir.
Başlangıçta kelam ve felsefe okuyan Gazali, zamanla İmam Şafii, Malik, Ahmed, Eşari, Süfyan gibi rivayetçi selefilerin etkisinde kalarak felsefe ve aklın ürünlerine düşman kesildi. Gazali’nin en önemli hatası, aklı devre dışı bırakan ve Kur’an’ın önem verdiği insan iradesini kaldıran bu rivayetçi selefilerin paradigmasıyla sahneye çıkması ve bunu tasavvufa taşımış olmasıdır.
Evet, özellikle Eş’ari ve onun izini takip eden Gazali, dinde akıl ve şeriat ayrımcılığı yaparak, aklı şeriata mahkum ettiler. Zan edildi ki vahiy Allah’ın yaratığı, akıl da insanın yarattığıdır. Dolayısıyla vahiy konuşursa Allah konuşmuş olacak, akıl konuşursa insan konuşmuş olacaktır. Halbuki vahyi de akıl da yaratan Allah’tır. Vahyin muhatabı akıldır; akıl olmadan vahiy nasıl anlaşılacak ki!
Eşari fikriyatı, büyük ölçüde rivayeti esas alan Ahmet b. Hanbel’in görüşlerine dayanmaktaydı. Bu fikriyat daha sonra Bakıllani, Bağdadi, Cüveynî, Gazzali, Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, Fahreddin er-Razi, Cürcani, Teftazani gibi belli başlı kelamcılar tarafından geliştirilerek günümüze kadar devam ettirilmiş ve önemli değişikliklerle Ehl-i Sünnet denilen mezhebin okulu haline getirilmiştir.
Eş’ariler, Eyyubiler’in ve Büyük Selçuklular’ın siyasi desteğini kazanarak mezheplerini kolayca yayma imkanına kavuştular. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey döneminde (1040-1063) bir süre Eş’ariye alimlerine yönelik baskılar olmuşsa da Alparslan’ın tahta geçmesinden sonra Eş‘ariye’ye yönelik baskılar sona ermiş, Vezir Nizamül mülk tarafından Nişabur ve Bağdat’ta yaptırılan Nizamiye medreseleri mezhebin yayılmasında önemli hizmetler görmüştür.
Eş’ari kelamı, İmam Gazali’nin yaptığı köklü değişiklerle yeni bir döneme girdi. Maḳāṣıdü’l-felâsife ve Tehâfütü’l-felâsife adlı eserleriyle Aristocu geleneğe bağlı İslâm Meşşai filozoflarını eleştirerek, gerçeğin keşf metoduyla bilinebileceğini ileri sürmüştür. Böylece Eşariye, Gazali’nin desteğiyle tasavvufa kapılarını açmış oldu. Zamanla şerhçilik ve haşiyecilikle meşgul olan Eşari geleneği, gerileme dönemine girmiş ve İslam dünyasının gelişmesine katkı sağlayacak eserler meydana getirememiştir. Müslümanların ilerlemesine engel olduğu gibi, önceki kazanımların yok olmasına da sebep olmuştur. (Bak, İsl. Anskl.)
Hülasa; Hanbelilik, Selefilik, Eşarilik, Haricilik ile temeli atılan rivayetçilik ve nasçılık Gazali ile zirveye ulaştı. Müslüman coğrafyasında Kelam ve Felsefeye açılan savaşla akılcılık mahkum edildi. Böylece İslam’da düşünce özgürlüğü ve akılcılık çıkmaza sokularak işlevsiz hale getirildi. Kelam ve felsefeyle uğraşanlar bozguncu, karıştırıcı, sapık, hatta kafir kimseler olarak gösterilmeye çalışıldı. Müslüman coğrafyasında önemli bir inanç haline getirilen bu “akıl karşıtlığı” maalesef günümüze kadar devam etti. Bu gün halen özellikle Arap dünyasında ve Türkiye’nin ilahiyat fakültelerinde Kelam, felsefe, düşünce ve akıl düşmanlığı devam etmektedir.
Bugün Müslüman dünyası, akıl, felsefe ve bilim bağlamında bir değerlendirmeye tabi tutulduğunda, ABD, AB, Japonya, Çin, Kore gibi gelişmiş ülkelere göre oldukça gerilerde kaldığını söyleyebiliriz. Bazı kimseler, “biz ahlakta, hukukta, ailevi ilişkilerde vs onlardan daha öndeyiz” diyebilirler; ancak bu iddianın pek bir kıymeti yoktur; çünkü her yönüyle Müslüman coğrafyanın hali pürmelali, acınacak durumu gözler önündedir.
Konuyla ilgili temel sorun şudur: Allah’ın iradesi ve gücü ile akılcılığı, vicdan ve adalet duygusunu karşı karşıya getirmektir. “Allah’ın iradesinin, insan aklının kullanılmasına müdahale etmediği” kavranıp kabul edildiği gün, Müslümanlar, üzerlerinden büyük bir batıl yükü atmış olacaklardır. Beşir İslamoğlu"
*
"Amerikalı yazar Robert R. Reilly'nin kaleme aldığı, 'MÜSLÜMAN AKLININ MÜHÜRLENİŞİ; İslam'ın Entelektüel İntiharı, Günümüz İslamcılık Krizini Nasıl Yarattı' adlı kitabının Ekşi Sözlük yazarı 'skocax' tarafından kaleme alınan yaklaşık 45 sayfalık özetinin, aşağıda kısa bir değerlendirmesini yapacağım. Yazıyı benim de üyesi bulunduğum DEMOKRATİK DEĞİŞİM HAREKETİ'nin WhatsApp grubunda rastlamıştım. Grup sözcümüz Rubil Gökdemir'in '1-2 sayfalık bir özete indirgeyebilir misin' ricası üzerine bu yazıyı kaleme aldım ve siz okuyucularla paylaşmak istedim.
Kitap, 8 ile 12'nci yüzyıllar arası aklı esas alan, El Kindi, İbn-i Rüşd, İbn-i Heysem, Farabi, İbn-i Sina, El Razi, El Harezmi, İbn-i Haldun gibi ünlü filozoflar yetiştiren İslam dünyasının, daha sonra aklı ve bilimi reddederek nasıl da sefalete sürüklendiğini anlatan, dünyanın en büyük entelektüel dramlarından biri olarak adlandırdığı hikayeyi konu edinmektedir.
Uzun yıllar İslam alanında araştırmalar yapan yazar Reilly, İslam'da felsefeyi benimseyen Mutezile akımının yok olması ve aklı ihmal eden Eşarilik akımının İslam dünyasına hakim olması ile filozoflar çağının sonlandığını, bunun neticesinde de İslam'da akılcı düşüncenin çöktüğünü ve Selefilik akımının ortaya çıktığını anlattığı çalışmasında, diğer mezhep ve akımlar içinde yüzde 40'lık bir nüfuz alanı ile en yüksek orana sahip olan irrasyonel Eşari ekolün, hemen bütün İslam dünyasını etkilediğini belirtmektedir.
İslam düşünce hayatında 6'ncı Yüzyıl'dan itibaren iki akımın veya iki ekolün etkisini görürüz. Yukarıda da belirttiğim gibi bu ekollerin ilki Mutezile, ikincisi ise Eşari ekolüdür.
Mutezile ekolü özetle, 'Tanrı insanlara akıl vermiştir ve insanlar akıl yoluyla tanrıyı, ahlakı, iyiyi, kötüyü bulur. İnsan-Tanrı ilişkisinde merkezde akıl vardır' diyen bir akımı temsil eder. Eşari ekolü ise, 'aklın hakikati bulabilme kabiliyetini reddeden ya da bu kabiliyeti sınırlı kabul eden ve hakikatleri bilinemez olarak gören, yaratıcı ile onun yarattığı akıl arasında bir otorite seçme tercihinde bulunarak, tanrı ile aklı karşı karşıya getiren' diğer birakımı temsil eder.
Mutezile'ye göre, Tanrı'nın insandan beklediği ilk vazife, akıl yoluyla bir yaratıcı olduğunun bulunmasıdır. Mutezile, Tanrı'nın dünyaya doğrudan müdahale ettiği fikrine karşı çıkar. Yani Tanrı, dağdan salınan bir kayayı aşağıya doğru kendisi yuvarlamaz; bunun için yer çekimini yaratmıştır ve bu görevi her seferinde yer çekimi yerine getirir. Mutezile, Tanrı'nın kanunlarını doğa kanunları olarak kabul eder.
Kitabın ilk bölümünde, İslam'ın Yunan Felsefesi'ni keşfi anlatılmaktadır. İslam'ın hızla geniş bir coğrafyaya yayılması, bu coğrafyalarda Bizans entelektüel birikimi ile, yani eski Yunan felsefesi ile tanışmasına vesile olmuştur. Bu sayede Müslümanlar, tıp, matematik, doğa bilimleri, kimya ve astroloji ile yakından ilgilenmeye başladılar ve 8. Yüzyıl'dan itibaren benim adlandırmamla 'İslam bilim uyanışına' ve akılcılığa adım atmış oldular.
Böylece Müslüman filozofların ortaya çıkışı ile Mutezile akımı doğdu. Dönemin ilk entelektüel tartışması 'kader ve kaza' konularında ortaya çıktı ve Kaderiyye ile Cebriyye taraftarlarını karşı karşıya getirdi. Mutezile yanlıları aklı önceledikleri için, 'insan iradesinin kendi kaderini belirlediğini' savunarak Kaderiyye tarafında yer alırken, Eşari ve Hanbeli taraftarlarına göre, 'insanın anne karnındayken yanına Allah tarafından gönderilen meleklerce nasıl bir insan olacağı kaydedilir ve Allah iyi ya da kötü insan olup olmayacağına karar vererek, insanı ister cennete isterse cehenneme gönderir.'
Görüldüğü gibi Eşariler insan iradesini neredeyse yok sayarak, aklı ihmal etmiş, insanın yaptığı her iyi ya da kötü hareketin faturasını Allaha mal etmişlerdir.
Bu durum, o dönemin egemen gücü Emevi siyasi önderlerinin, yani dini siyasallaştıran Emevi siyasetçilerinin zulümlerini Allah'a fatura etme kolaylığı bakımından işlerine gelmiş ve günümüze kadar gelen 'Emevi İslamı' dediğimiz irrasyonel bir inanış biçiminin İslam coğrafyalarına hakim olmasına neden olmuştur. Mutezile taraftarları ise, Allah'ın kötü hareketler yaptırmayacağını söyleyerek, aklın öne çıkarılmasında ısrarcı olmuşlardır.
Emevileri ortadan kaldıran Abbasi yönetimi, özellikle rüyasında bile Aristo ile tartışmalar yapan 7. Halife Memun döneminde Mutezileyi şiar edinmiş ve devletin resmi ideolojisi haline getirmiştir. Fakat daha sonra gelen 10. Halife Mütevekkil'in önderliğinde Mutezile ekolüne karşı savaş açılır ve aklın egemenliğindeki bu akımın etkisi zayıflatılır. İslam'ın ilk filozofu olan El Kindi'nin bile kütüphanesine el konulur ve kendisine zulmedilir.
Eşariliğin kurucusu Hasan El Eşari'nin ölümünden yaklaşık 120 yıl kadar sonra dünyaya gelen ünlü İslam bilgini Gazali, önceleri felsefeye, akla itibar etmesine rağmen, daha sonra anlaşılmaz bir biçimde felsefedeki 'nedensellik ilkesini' yani 'neden sonuç ilişkisini', 'doğa kanunlarını' ve 'aklın üstünlüğünü' reddederek Yunan Felsefesi'nin tercümesi ile ortaya çıkan İslam bilim uyanışının ortadan kaldırılması yönündeki çabalara büyük destek verir.
Gazali'ye göre 'susamak ile su içmek arasında' bir neden sonuç ilişkisi değil, sadece ilahi bir irade vardır. Bu yüzden Gazali, İslam düşüncesinde nedenselliğin kaybedilmesine vesile olan kişi olarak bilinir. Oysa nedenselliğin olmadığı yerde akıldan da, bilimden de, gerçeklikten de bahsedemeyiz. Yine Gazali'ye göre akıl, ahlaki gerçeğin kaynağı değildir. Bu yüzden akıl, farz ve haramlar için bir referans oluşturamaz. Gazali'nin adalet kavramına yaklaşımı da benzerdir. İnsanın adaleti tesis edemeyeceğine, aksine Allah'ın koyduğu kural ve yasaklarla, adaleti eksiksiz tesis ettiğine inanır. Yani Gazali aklı devre dışı bırakarak, adaleti, 'haramlardan sakınmak ve farzları yerine getirmekle' sınırlamaktadır.
Gazali'den sonra gelen İbn-i Rüşd ise, 'eğer sebep ve sonuç arasında bir ilişki yoksa, dünyada bir düzenden bahsetmek imkansızdır. Halbuki o düzen ve nizam vardır ve bir bilgelik ve akıl aracılığı ile yaratılmıştır' der. Bu iki görüş ayrılığına göre Gazali'nin Allah'ı mutlak irade, İbn-i Rüşd'ün ise mutlak akıl ve mutlak bilgelik olarak gördüğünü anlıyoruz. Yani Gazali'de kişi Allah, İbn-i Rüşt'te ise kavram Allah düşüncesi hakimdir.
Eşarilik insanın iradesini ve aklını tamamen yok sayarak, insanın bir eylemin başlatıcısı ve bitiricisi olamayacağını ve bütün bir hayatın Tanrı'nın isteği ile gerçekleştiğini savunur. Bu görüşe göre Tanrı bütün kötülüklerin ve bütün iyiliklerin kaynağıdır. Esasen bu görüş Kur'an'da bir çok yerde bahsi geçen aklı üstün tutan ve akletmez misiniz diye haykıran ayetlerin de bir yanı ileinkarı anlamına gelmektedir.
Nihayet 8-12 yüzyıllar arası El Kindi ile başlayan, İbn-i Rüşd, İbn-i Heysem, Farabi, İbn-iSina, El Razi, El Harezmi,İbn-i Haldun gibi düşünürlerle devam eden İslam akıl ve bilim uyanışının önü maalesef, Eşari ekolü ile ve Hanbeli akımı ile kesilmiştir.
Günümüzde İslam ile demokrasinin bir arada olamayışının, İslam ülkeleri ile gelişmiş Batı ülkeleri arasındaki gelişmişlik farkının, İslam dünyasındaki çöküntünün ve sefaletin hikayesi bu ekollerin İslam coğrafyasına egemen oluşuna dayanır.
İslam dünyası, bu durumun bilincine varamadığı sürece de maalesef acılar içinde sürünmeye devam edecek ve sırtı yerden kalkmayacaktır. Tahsin Bulut "





Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı