3 Haziran 2013 Pazartesi

TARIK SURESİ


Semayı ve Tarıkı düşünmeye, idrak etmeye dikkat çekmekle başlar.
Tarık, yıldızlar nasıl aydınlatan, etkileyen, yol bulduran, yön gösterense, insanında Tarık misali Kurandan yararlanıp yolunu yönünü Kuranlaştırması anlatılır.
Böylece insanın, başladığını Kuran doğrultusunda bitirmesi, bu sureci Kurana uygun yaşaması gerektiği vurgulanır.
Hem yaratılmış Kitap yani kainat, kanunlar, fıtrat, vicdan, hem de yazılmış kitap Kuran insan için tam bir Tarıktır. Bunlar insanı hem korur, yol gösterir, hem de gözetler.
İnsan fıtratını, vicdanını dinlemeli, Kuranı rehber edinmelidir.
Zira, yaratılmış kitabı örneğin vicdanını ve yazılmış kitabındaki Kuranı dikkate almayanlar her dünyada yolunu kaybeder azap çeker. Ahir ömründe de ebedi azapla karşılaşır.

Vicdanını dinleyen, Kurana uyan her dünyada mutlu olur.

86.1 - Ves semâi vet târıg./Semayı ve târıkı düşün.
86.2 - Ve mâ edrâke mettârıg./Târık'ın ne olduğunu sen nereden bileceksin?
86.3 - Ennecmus sâgıb/Parlayan, delen, aydınlatan necmdir, yıldızdır
86.4 - İn kullu nefsil lemmâ aleyhâ hâfız./Hiçbir can yoktur ki gözetim ve koruma altında olmasın
Semayı ve târıkı düşün. Hala düşünmeyecek misin. Akletmeyecek misin. Bunları yapmazsan Târık'ın ne olduğunu sen nereden bileceksin? Düşünenler, akledenler semayı da tarıkı da anlarlar. Tarık, yaşam sürecidir, yoldur, karanlıktan, cehaletten çıkaran, aydınlığa kavuşturan yıldızdır, nemcimdir, Kurandır, Vahiydir. Allahın hediyesidir. Yaşam kılavuzu ve kitabıdır.
Kainattaki tüm varlıklar gibi, her can da boş yere yaratılmamıştır.
· 23/115 "Bizim sizi boş yere, bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sandınız?"
· 38/27 Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık bu, inkâr edenlerin zannıdır. Ateşten vay hallerine o nankörlerin!
· 75/36  İnsan, başı boş bırakılacağını mı sanır?
Aksine, gözetim ve koruma altındadır. Her bir varlık gibi insan da bir amaçla yaratılmıştır. İnsanı bu yolculukta koruyan en önemli kılavuz da tarıktır, Kurandır.
· 51/56 Ben ins ve cinn herşeyi, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
· 36/22 "Ben niçin beni yaratana kulluk etmeyeyim? Siz de hep O'na döndürüleceksiniz."
· 39/2 Biz bu Kitabı sana hak ile indirdik; sen dini yalnız Allâh'a halis kılarak O'na kulluk et.
· 21/25 Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona: "Benden başka tanrı yoktur, bana kulluk edin!" diye vahyetmiş olmayalım.
· 39/64 De ki: "Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi bana emrediyorsunuz ey câhiller?"
· 39/66 Hayır, yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol.
· 39/17 Tâğût'a kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a yönelenlere müjde var. Müjdele kullarımı:
Bu hakikatler Tarık gibi, yıldız gibi,yaşam surecinde insanın önünde durmaktadır. Zira, Rabbi insana,
· 2/38 "Hepiniz oradan inin," dedik, "Yalnız size benden bir hidâyet geldiği zaman, kimler benim hidâyetime uyarsa artık onlara bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir,
· 20/123 Dedi ki: "Hepiniz oradan inin, birbirinize düşmansınız. İmdi benden size bir hidâyet geldiği zaman kim benim hidâyetime uyarsa o, sapmaz ve şaği olup/sıkıntıya düşmez."
vaadi uyarınca rehber/Kuran göndermektedir. Bu nedenle sorulacak ve yaptıklarından hayatından
hesaba çekilecektir. Öyle ki, görünür, görünmez tüm hali kaydedilmektedir.
· 13/10 Aranızdan sözü gizleyen de, onu açık söyleyen de, geceleyin gizlenen de, gündüzün görünen de (O'nca) birdir. Hepsini bilir, görür. O'nun bilgisinden ve görmesinden hiçbir şey kaybolmaz.
· 13/11 O (insa)nın önünden ve arkasından izleyenler vardır, onu Allâh'ın emriyle korurlar…
· 5/117 "Ben onlara: Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, diye senin bana emretmiş olduğundan başka bir şey söylemedim. Ben onların içinde olduğum sürece onları kolladım, fakat sen beni vefat ettirince onları gözetleyen (yalnız) Sen oldun. Sen her şeyi görensin.
· 89/14 Elbette Rabbin gözetleme yerindedir (her an kullarının fiillerini gözetlemektedir).
· 82/10 Oysa üzerinizde koruyucu (yaptıklarınızı zaptedici melek)ler vardır.
· 50/18 (İnsan,) Hiçbir söz söylemez ki yanında kendisini gözetleyen, dediklerini zapteden hazır bulunmasın.
· 6/61 O, kulların üstünde tek hâkimdir. Size koruyucu(melek)ler gönderir, nihâyet birinize ölüm gelince elçilerimiz onun canını alırlar, onlar (bu hususta) hiç geri kalmazlar.

86.5 - Felyenzuril insânu mimme hulıg. /İnsan neden yaratıldığına bir baksın:
86.6 - Huliga mim mâin dâfıg./Atılan bir sudan yaratıldı.
86.7 - Yahrucu mim beynis sulbi vet terâib./Bel ile kaburga kemikleri arasından çıkandan.
86.8 - İnnehû alâ rac'ıhî legâdir. /O (Allâh), onu tekrar döndürmeğe kâdirdir.

86.9 - Yevme tubles serâir./Gizlilerin (ortaya dökülüp) yoklanacağı gün,
86.10 - Femâ lehû min guvvetiv ve lâ nâsır./İnsanın ne bir gücü, ne de bir yardımcısı vardır.
86.11 - Ves semâi zâtir rec'ı. /Dönüşlü,dönüp duran semayı düşün
86.12 - Vel ardı zâtis sad'ı./ Bitkilerle çatlayan, yeniden dirilen yeri düşün.
86.13 - İnnehû legavlun fasl./O (Kur'ân), elbette ayırt edici bir sözdür.
86.14 - Ve mâ huve bilhezl./O, şaka değildir.

Yaratılışa/ ahlaklandırılışa bak, neden yaratıldığını düşün, yaşama amacını aklet, ibret al. Yaratılışını düşünüp, yaratanını tefekkür etsin. Rabbinin yüceliği karşısında kulluğun bilincine varsın.
· 6/2 O, sizi çamurdan yaratıp, sonra (da hayâtınıza) bir süre koymuştur. (Kâfirlerin cezâlandırılması için) Belirli bir süre de kendi katındadır. Böyle iken, siz hâlâ kuşkulanıyorsunuz.
· 15/26 Andolsun biz insanı pişmemiş çamurdan, değişmiş cıvık balçıktan yarattık.
· 16/4 İnsanı nutfe(sperm)den yarattı, birden o (insan) konuşkan bir karşı koyucu olup çıktı.
· 18/37 Kendisiyle konuşan arkadaşı ona dedi ki: "Seni topraktan, sonra nutfe (sperm)den yaratan, sonra da seni bir adam biçimine koyan Rabbine nankörlük mü ettin?"
· 22/5 Ey insanlar eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz (bilin ki) biz sizi (önce) topraktan, sonra nutfe(sperm)den, sonra alaka(embriyo)dan, sonra biçimlenen ve biçimlenmeyen bir çiğnem et parçasından yarattık ki, size (kudretimizi) açıkça gösterelim. Dilediğimizi belirtilmiş bir süreye kadar rahimlerde tutarız, sonra sizi bir bebek olarak çıkarırız. Sonra güç(ve kabiliyetler)inize ermeniz için (sizi büyütürüz). İçinizden kimi (henüz çocukken) öldürülür, kimi de ömrün en kötü çağına(ihtiyarlığa) itilir ki, bilirken bir şey bilmez hale gelsin (çocukluğundaki gibi bedence ve akılca güçsüz bir duruma düşsün). Yeri de kurumuş, ölmüş görürsün. Fakat biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çifti bitirir.
· 23/12 Andolsun biz insanı çamurdan bir süzmeden yarattık.
· 23/13 Sonra onu bir nutfe (sperm) olarak sağlam bir karar yerine koyduk.
· 23/14 Sonra nutfeyi alaka(embriyo)ya çevirdik, alaka(embriyo)yı bir çiğnemlik ete çevirdik, bir çiğnemlik eti kemiklere çevirdik, kemiklere et giydirdik; sonra onu bambaşka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli Allâh, ne yücedir!
· 24/45 Allâh her canlıyı sudan yarattı; onlardan kimi karnı üzerinde (sürünerek) yürür, kimi iki ayak üstünde yürür, kimi de dört (ayak) üstünde yürür. Allâh dilediğini yaratır. Çünkü Allâh her şeye kâdirdir.
· 25/54 Ve O, sudan bir insan yarattı da onu nesep ve sıhr kıldı. Rabbin, her şeye gücü yetendir.
· 32/8 Sonra onun neslini bir özden, hakir bir su(yun özü)nden yaptı.
· 35/11 Allâh sizi önce topraktan, sonra nutfe (sperm)den yarattı, sonra sizi çift çift yaptı. Bir dişinin gebe kalması ve doğurması hep O'nun bilgisiyledir. Bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır.
· 36/77 İnsan, bizim kendisini nasıl bir nutfe (sperm)den yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi apaçık bir hasım kesildi?
· 40/67 O'dur ki (önce) sizi topraktan, sonra nutfe (sperm)den, sonra alaka (embriyo)dan yarattı. Sonra sizi çocuk olarak (annelerinizin karnından) çıkarıyor. Sonra güçlü çağınıza eresiniz, sonra da ihtiyarlar olasınız diye sizi yaşatıyor. İçinizden kimi de daha önce öldürülüyor. Belli süreye erişmeniz ve aklınızı kullan(ıp Allâh'ın bundaki hikmetlerini anla)manız için (böyle yapıyor).
· 55/14 İnsanı kiremit gibi pişmiş çamurdan yarattı.
· 71/14 'Oysa O, sizi aşama, aşama yarattı.'
· 75/37 Kendisi dökülen meniden bir nutfe (sperm) değil miydi?
· 76/2 Doğrusu biz insanı, imtihan etmek için karışık bir nutfeden yarattık da onu işitici, görücü yaptık.
Yukarıdaki ayetlerden de anlaşılacağı üzere Kuranda, BŞErdeğer’in tespit ettiği gibi, “Yaratma fiili sadece yoktan var etme anlamında kullanılmamıştır. Rabbimiz yoktan var ettikten sonra halden hale geçirerek te vardan da yeni varlar var etmektedir. “İlk yaratılış” olarak tanımlayabileceğimiz varlığın özü yokluktan Allah’ın İradesiyle yoktan yaratılmıştır. Rabbimiz yoktan bir varlığı var etmektedir. Ayrıca dilerse de yok etmektedir. Varlıklara verilen özellik ve yeteneklerde ol emri ile yoktan verilebilmektedir. “O, Tek’tir, Biricik’tir, öyle ki bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece “Ol!” der -ve o (şey hemen) oluş süreci başlar.” (Yasin 36/82). Mustafa İslamoğlu’nun da yaptığı gibi şöyle çevirmeliyiz: “O, ol deyince oluş süreci başlar…”
Ancak bu başlangıçtan sonraki süreç
Fatara, Felaq, Khalq, İnşa ve Ceale kavramlarıyla ifade edilen halden hale geçiş, bir şeyden başka bir şeyin ortaya çıkması anlamında bir yaratılıştır. Şefkatli olan Allah varlıklardan yeni varlıklar ortaya çıkarmaktadır. Bu konuda Rahman bazı kanunlar koymuştur. Bu kanunlar çerçevesinde olaylar gerçekleşir.”.

Kainatı incele, Allah’ın yaratma ve yeniden diriltme kudretini gör, anla, düşün. Ölü toprağı diriltişini, her bahar yeniden yaratılışı aklet. Dönüşlü sistemin farkına var.
· 6/95 Dâneyi ve çekirdeği yaran, şüphesiz Allah'tır. (O), ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır. İşte Allâh budur. O halde nasıl (yalnız O'na tapmaktan) çevriliyorsunuz?
· 7/25 "Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan (diriltilip) çıkarılacaksınız!" dedi.
· 7/57 O ki rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci gönderir. Nihâyet onlar, ağır ağır bulutları yüklenince, onu ölü bir ülkeye yollarız; onunla su indirir ve türlü türlü meyveler çıkarırız. İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Herhalde bundan ibret alırsınız.
· 11/7 Gökleri ve yeri altı günde yaradan O'dur. O zaman Arş'ı su üzerinde idi. (Bu kâinâtı yarattı) Ki, hanginizin daha güzel iş yaptığınızı denesin. Böyle iken yine sen: "Öldükten sonra diriltileceksiniz" desen, inkâr edenler, mutlaka: "Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir." derler.
· 16/38 (Onlar), yeminlerinin bütün şiddetiyle: "Allâh ölen kimseyi diriltmez!" diye Allah'a yemin ettiler. Hayır diriltecektir, bu, O'nun gerçek olarak verdiği sözdür. Ama insanların çoğu bilmezler.
· 16/65 Allâh, gökten bir su indirdi, onunla yeri ölümünden sonra diriltti, şüphesiz bunda işiten bir millet için ibret vardır.
· 17/49 Dediler ki: "Biz kemikler haline geldikten, ufalanıp toprak olduktan sonra mı sâhiden biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?" 17/50 De ki: "İster taş olun, ister demir," 17/51 "İster gönlünüzde büyüyen, (aklınıza tuhaf gelen) herhangi bir yaratık, (ne olursanız olun, Allâh sizi mutlaka diriltecektir). "Bizi kim tekrar (hayâta) döndürebilir?" diyecekler. "Sizi ilk defa yaratan (döndürür)" de. Sana alaylı alaylı başlarını sallayacaklar ve: "Ne zaman o?" diyecekler. "Pek yakın olabilir" de.
· 17/99 Görmediler mi ki, gökleri ve yeri yaratan Allâh, kendilerinin benzerini yaratmağa da kâdirdir? Kendileri için, bir süre koymuştur, onda hiç şüphe yoktur. Ama zâlimler inkârdan başka bir şey yapmazlar.
· 19/66 İnsan: "Ben öldükten sonra mı diri olarak çıkarılacağım?" diyor. 19/67 İnsan önceden hiçbir şey değilken kendisini nasıl yarattığımızı düşünmüyor mu?  
· 20/55 Sizi topraktan yarattık, yine oraya döndürürüz ve sizi bir kez daha ondan çıkarırız.  
· 21/30 O nankörler görmediler mi ki göklerle yer bitişik idi, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık? Hâlâ inanmıyorlar mı?  
· 22/5 Ey insanlar eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz (bilin ki) biz sizi (önce) topraktan, sonra nutfe(sperm)den, sonra alaka(embriyo)dan, sonra biçimlenen ve biçimlenmeyen bir çiğnem et parçasından yarattık ki, size (kudretimizi) açıkça gösterelim. Dilediğimizi belirtilmiş bir süreye kadar rahimlerde tutarız, sonra sizi bir bebek olarak çıkarırız. Sonra güç(ve kabiliyetler)inize ermeniz için (sizi büyütürüz). İçinizden kimi (henüz çocukken) öldürülür, kimi de ömrün en kötü çağına(ihtiyarlığa) itilir ki, bilirken bir şey bilmez hale gelsin (çocukluğundaki gibi bedence ve akılca güçsüz bir duruma düşsün). Yeri de kurumuş, ölmüş görürsün. Fakat biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çifti bitirir.  
· 22/7 Ve (çünkü) o (duruşma) sâ'at(i) mutlaka gelecektir, onda şüphe yoktur. Ve Allâh, kabirlerde olanları diriltecektir.  
· 22/63 Görmedin mi Allâh gökten bir su indirdi de yer yeşeriyor. Doğrusu Allâh latiftir (bilgisi veya lütfü en ince ve nazik şeylere kadar varır), habirdir (her türlü tedbiri bilir, her şeyi haber alır). 
· 22/66 O'dur ki sizi diriltti, sonra sizi öldürür, sonra yine sizi diriltir. Gerçekten insan çok nankördür.  
· 23/16 Sonra, siz kıyâmet günü muhakkak diriltileceksiniz.
· 29/19 Görmediler mi Allâh nasıl yaratmayı başlatıyor, sonra onu iâde ediyor (dönüp yeniden yaratıyor). Bu, Allah'a göre kolaydır.  
· 29/20 De ki: "Yeryüzünde gezin, bakın yaratmağa nasıl başladı, sonra Allâh, son yaratmayı da yapacaktır. Çünkü Allâh, her şeyi yapabilendir.
· 29/63 Onlara: "Kim gökten suyu indirip de ölmüş olan yeri onunla diriltti?" diye sorsan; "Allâh", derler. De ki: "Hamd (övgü), Allah'a lâyıktır." Doğrusu çokları düşünmezler.
· 30/8 Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki Allâh, göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak olarak ve belirtilmiş bir süre ile yaratmıştır? İnsanlardan çoğu, Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler. 
· 30/11 Allâh, yaratmağa başlar, sonra onu çevirip yeniden yapar; sonra O'na döndürülürsünüz.
· 30/19 (Allâh), ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır; yeri ölümünden sonra diriltir. İşte siz de (bedensel hayâta) öyle çıkarılacaksınız.
· 30/24 O'nun âyetlerinden biri de, size, korku ve umut vermek için şimşeği göstermesi, gökten bir su indirip onunla ölümünden sonra yeri diriltmesidir. Şüphesiz bunda, aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır
· 30/25 O'nun âyetlerinden biri de göğün ve yerin, kendisinin buyruğuyla durmasıdır. Sonra sizi yerden bir tek davetle çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki çıkıyorsunuz.  
· 30/27 Yaratmağa başlayan O'dur. Sonra onu çevirip yeniden yapar. Bu, O'na daha kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce durum O'nundur (En büyük kudret ve şeref misali O'dur). O, üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir.  
· 30/50 Allâh'ın rahmetinin eserlerine bak ki, nasıl yeri ölümünden sonra diriltiyor? Şüphe yok ki, O, ölüleri de diriltecektir, O her şeye kâdirdir.
36/33 Ölü toprak, onlar için bir âyettir, (ölüleri nasıl dirilteceğimize işârettir): Biz onu dirilttik, ondan dâne çıkardık da ondan yiyorlar.
· 36/79 De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilir."  
· 36/81 Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratamaz mı? Elbette yaratır. O, çok bilen yaratıcıdır.  
· 39/6 Sizi bir tek candan yarattı, sonra ondan eşini meydana getirdi ve sizin için davarlardan sekiz çift indirdi: (Deve, öküz, koyun, keçi.) Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde yaratmadan yaratmaya (aşamadan aşamaya) geçirerek yaratmaktadır. İşte Rabbiniz Allâh budur. Mülk O'nundur. O'ndan başka tanrı yoktur. Nasıl (O'na kulluktan şirke) çevriliyorsunuz?  
· 39/21 Görmedin mi Allâh gökten bir su indirdi, onu yerin içindeki kaynaklara geçirdi, Sonra onunla çeşitli renklerde ekin çıkarıyor. Sonra (ekin) kurur, onu sararmış görürsün. Sonra Allâh onu bir çöp yapar. Şüphesiz bunda sağduyu sâhipleri için bir ibret vardır.  
· 40/57 Gökleri ve yeri yaratmak, insanları yaratmaktan çok daha zordur. Fakat insanların çoğu bilmezler.  
· 41/39 O'nun âyetlerinden biri de (şudur): Sen, toprağı, boynu bükük görürsün. Onun üzerine suyu döktüğümüz zaman titreşir ve kabarır. Onu dirilten, elbette ölüleri de diriltir. O, her şeye kâdirdir.
· 43/11 Gökten bir ölçü ile su indirdi de, onunla ölü bir ülkeyi canlandırdık. İşte siz de öyle (canlandırılıp) çıkarılacaksınız.  
· 45/5 Gecenin ve gündüzün değişmesinde, Allâh'ın gökten rızk (sebebi) indirip onunla ölümünden sonra yeri diriltmesinde, rüzgârları estirmesinde düşünen bir toplum için ibretler vardır.  
· 45/26 De ki: "Allâh sizi yaşatıyor, sonra sizi öldürüyor. Sonra sizi, toplayıp duruşma gününe getirecektir. Bunda asla şüphe yoktur, ama insanların çoğu bilmezler."
· 50/15 İlk yaratmadan âciz mi kaldık ki (yeniden yaratamayalım)? Doğrusu onlar yeni bir yaratmadan kuşku içindedirler.
· 56/62 Andolsun, ilk yaratmayı bildiniz, (bunu) düşünüp ibret almanız gerekmez mi?
· 79/27 Yaratılışça siz mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü? (Allâh) onu yaptı.
· 85/13 İlkin var eden, sonra geri çevirip yeniden yaratan O'dur.

Aynen tüm kainatı da, değiştirecek, yeniden yaratacaktır.
· 14/48 O gün yer başka yere, gökler de (başka göklere) değiştirilir. (Bütün) insanlar tek ve kahredici Allâh'ın huzûrunda görünürler.
· 21/104 O gün göğü yazı tomarlarını dürer gibi toplarız. İlk yaratmaya başladığımız gibi onu iâde ederiz. Üzerimize sözdür; biz bunu mutlaka yapacağız.
· 30/25 O'nun âyetlerinden biri de göğün ve yerin, kendisinin buyruğuyla durmasıdır. Sonra sizi yerden bir tek da'vetle çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki çıkıyorsunuz. 30/26 Göklerde ve yerde bulunan kimseler hep O'nundur, hepsi O'na itâ'at etmektedirler. 30/27 Yaratmağa başlayan O'dur. Sonra onu çevirip yeniden yapar. Bu, O'na daha kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce durum O'nundur (En büyük kudret ve şeref misali O'dur). O, üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir.
· 81/3 Dağlar yürütüldüğü zaman 81/4 On aylık gebe develer başı boş bırakıldığı zaman, 81/5 Vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman, 81/6 Denizler kaynatıldığı zaman, 81/7 Nefisler çiftleştirildiği zaman. 81/8 Ve sorulduğu zaman o diri diri toprağa gömülen kıza: 81/9 Hangi günâh(ı) yüzünden öldürüldü?" diye. 81/10 (Amel) defterler(i) açılıp yayıldığı zaman, 81/11 Gök sıyrılıp açıldığı zaman, 81/12 Cehennem alevlendirildiği zaman, 81/13 Cennet yaklaştırıldığı zaman, 81/14 Her can, ne yapıp getirdiğini bilir.
· 82/1 Gök yarıldığı zaman, 82/2 Yıldızlar saçıldığı zaman, 82/3 Denizler fışkırtıldığı zaman, 82/4 Kabirlerin içi dışına getirildiği zaman, 82/5 Her can, ne (yapıp) öne sürdüğünü ve ne (yapmayıp) geride bıraktığını bilir. 82/6 Ey insan, seni engin kerem sâhibi Rabbine karşı ne aldatıp isyâna sürükledi?
· 83/4 Onlar, tekrar diriltileceklerini sanmıyorlar mı? 83/5 Büyük bir gün için, 83/6 Ki o gün insanlar, âlemlerin Rabbinin divânında dururlar.
· 84/1 Gök yarıldığı, 84/2 Kendisine yaraştığı üzere Rabbini(n buyruğunu) dinlediği zaman! 84/3 Yer uzatıl(ıp dümdüz yapıl)dığı, 84/4 İçindekileri dışarı atıp boşaldığı, 84/5 Ve kendisine yaraştığı üzere Rabbini(n buyruğunu) dinlediği zaman! 84/6 Ey insan, sen, Rabbine varan yolda çabalayıp durmaktasın, nihâyet O'na varacaksın.
Kuran yaşanmak için inmiş, genişçe açıklanmış, ayırt edici, kesin hükümdür.Yoksa oyun ve eğlence değildir. Anlamadan okunacak, lafızları tekrarlanmak için inmiş bir kitap ta hiç değildir. Bu nedenle, Kurana dönmeli, Kuranı ciddiye almalı, önem ve öncelik vermeli, sımsıkı sarılmalı ve hayat kitabı yapmalıdır. İşte o zaman hem dünyada hem ahirette mutluluğa ulaşılmaktadır. Kuranın rehberliğiyle, insan ve toplum karanlıklardan, cehaletten, ölümden kurtulmakta, yeniden dirilmektedir. Aksi halde, yaşarken ölmek kaçınılmaz olur.
· 5/58 Salata çağırıldığınız zaman onu eğlence ve oyun yerine koydular. Düşüncesiz bir topluluk oldukları için böyle yaptılar.
· 6/70 Bırak o dinlerini oyun, eğlence yerine koyan ve dünyâ hayâtının aldattığı kimseleri de, sen o (Kur'ân) ile (şunu) hatırlat ki, bir kişi, yaptığı işin eline teslim edilmeye görsün, (yoksa) Allah'tan başka onun ne bir dostu, ne de bir yardımcısı olmaz. (Amelinin elinden kurtulmak için) her türlü fidyeyi verse de ondan kabul edilmez. İşte onlar, kazandıklarının eline teslim edilmişlerdir. Onlar için kaynar sudan bir içki ve inkârlarından dolayı da acı bir azâb vardır!
· 7/51 Onlar ki dinlerini bir eğlence ve oyun yerine koydular ve dünyâ hayâtı, kendilerini aldattı. Onlar, bu günleriyle karşılaşacaklarını nasıl unuttular ve âyetlerimizi bile bile nasıl inkâr ediyor idilerse, biz de bugün onları öyle unuturuz!.
· 45/35 Böyledir, çünkü siz Allâh'ın âyetlerini eğlence yaptınız; dünyâ hayâtı sizi aldattı. Artık bugün onlar ne ateşten çıkarılırlar ve ne de kendilerinden Allâh'ı memnun etmeğe çalışmaları istenir

Oysa dünya hayatına, oyun ve eğlence olarak bakmalı ve geçimlik olarak görmelidir.
· 3/14 Kadınlardan, oğullardan, kantarlarca yığılmış altın ve gümüşten, salma atlardan, davarlardan ve ekinlerden gelen zevklere aşırı düşkünlük, insanlara süslü (câzip) gösterildi. Bunlar, sadece dünyâ hayâtının geçimidir. Asıl varılacak güzel yer, Allâh'ın yanındadır.
· 6/32 Dünyâ hayâtı sadece bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Korunanlar için elbette âhiret yurdu daha iyidir. Düşünmüyor musunuz?
· 6/91 Bırak onları, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar.
· 8/67 Siz, geçici dünyâ malını istiyorsunuz, Allâh ise (sizin için) âhireti istiyor. Allâh dâimâ üstün, hüküm ve hikmet sâhibidir.
· 9/55 Onların ne malları, ne de evlâdları seni imrendirmesin. Allâh bunlarla onlara dünyâ hayâtında azâbetmeyi ve kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor.
· 9/69 (Siz de), sizden öncekiler gibi (yaptınız). Onlar kuvvetçe sizden daha yaman, mal ve evlâdça sizden daha çok idiler. Onlar, (dünyâ malından) kendi paylarına düşenle zevklerine baktılar, sizden öncekilerin, (dünyâdan) kendi paylarına düşenle zevklerine baktıkları gibi, siz de kendi payınıza düşenle zevkinize baktınız ve (bâtıla) dalanlar gibi siz de(bâtıla) daldınız. Onlar, eylemleri, dünyâ ve âhirette boşa gitmiş kimselerdir ve ziyana uğrayanlar da onlardır
· 10/70   Dünyâda biraz geçinir, sonra bize dönerler. Sonra da biz, inkârlarından dolayı onlara şiddetli azâbı taddırırız.
· 13/26 Allâh, dilediğine rızkı açar da, kısar da. Dünyâ hayâtıyle sevindiler. Oysa âhiretin yanında dünyâ hayâtı, bir geçimden ibârettir
· 18/46 Mal ve oğullar dünyâ hayâtının süsüdür. Kalıcı olan güzel işler ise Rabbinin katında sevâpça da daha hayırlıdır, umutça da daha hayırlıdır
· 20/131 Onlardan bazı zümrelere kendilerini denemek için verdiğimiz dünyâ hayâtının süsüne gözlerini dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir.
· 29/64 Bu dünyâ hayâtı eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Âhiret yurdu, işte asıl hayât odur (asıl yaşanacak yer orasıdır), keşke bilselerdi!
· 40/39 Ey kavmim, bu dünyâ hayâtı bir geçinmedir. Âhiret ise ebedi olarak durulacak yerdir
· 42/20 Kim âhiret ekinini istiyorsa onun ekinini artırırız; kim dünyâ ekinini istiyorsa ona da dünyâdan bir şey veririz. Fakat onun âhirette bir nasibi olmaz.
· 42/36 Size verilen şeyler, dünyâ hayâtının geçimidir. İnanıp Rablerine dayananlar için Allâh'ın yanında bulunan ödül ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır
· 43/32 Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar? Dünyâ hayâtında onların geçimliklerini aralarında biz taksim ettik ve onlardan kimini ötekine derecelerle üstün kıldık ki biri, diğerine iş gördürebilsin. Rabbinin rahmeti, onların toplayıp yığdıklarından daha hayırlıdır.
· 47/36 Dünyâ hayâtı, bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Eğer inanır, (günâhlardan) korunursanız (Allâh) size mükâfâtlarınızı verir ve sizden (bütün) mallarınızı istemez.
· 57/20 Bilin ki dünyâ hayâtı bir oyun, eğlence, süs, kendi aranızda övünme mal ve evlâd çoğaltma yarışıdır. Tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Âhirette ise çetin bir azâb; Allah'tan mağfiret ve rızâ vardır. Dünyâ hayâtı aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.
· 70/42 Bırak onları kendilerine va'dedilen günlerine kavuşuncaya kadar dalsın, oynasınlar.

86.15 - İnnehum yekîdûne keydâ. /Onlar bir tuzak kuruyorlar.
86.16 - Ve ekîdu keydâ./Ben de tuzaklarını boşa çıkarırım
Hangi kavme bir vahiy gelse oranın ileri gelenleri, düzenin sahipleri ve ekabir takımı, hep karşı çıkmış ve vahye karşı hileye, her türlü tuzağa başvurmuştur.Tüm bu tuzaklarının boşa çıkacağı ve Allah’ın desteğinin, yardımının Kurana uyanlarla olacağı vurgulanmaktadır. Tuzak kuranların tuzaklarının boşa çıkacağı ve kendi tuzaklarına düşerek dünyada ve ahirette zarara uğrayacakları ilkesi açıklanmaktadır.
· 4/108 (Günâh işlerken) İnsanlardan gizleniyorlar da Allah'tan gizlenmiyorlar. Oysa geceleyin O'nun istemediği sözü söyle(yip plan kura)rlarken O, onlarla beraberdir. Allâh, onların yaptıkları her şeyi kuşatmıştır (hiçbir şeyi O'ndan gizleyemezler).  
· 6/123 Böylece her kentin büyüklerini, oranın suçluları yaptık ki, orada tuzak kursunlar (her kentin ileri gelenlerine, tuzak kurmaları için fırsat verdik). Onlar kendilerinden başkasına tuzak kurmuyorlar, ama farkında değiller.  
· 7/99 Allâh'ın tuzağından (kurtulacaklarına) emin mi oldular? Ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allâh'ın tuzağın(a yakalanmayacağın)dan emin olamaz.  
· 7/183 Onlara mühlet veriyorum, çünkü benim tuzağım sağlamdır.  
· 7/195 Onların yürüyecekleri ayakları mı var, yoksa tutacakları elleri mi var, yoksa görecekleri gözleri mi var, yahut işitecekleri kulaklarımı var? De ki: "(Allah'a) ortak(koştuk)larınızı çağırın, sonra bana tuzak kurun, haydi (elinizden geliyorsa) hiç göz açtırmayın bana!"  
· 8/18 İşte size böyle yaptı. Çünkü Allâh, kâfirlerin tuzağını zayıflatır.  
· 8/30 İnkâr edenler seni tutup bağlamaları, öldürmeleri, ya da sürmeleri için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarlarken Allâh da tuzak kuruyordu. Allâh tuzak kuranların en iyisidir. (O, kendisine karşı tuzak kuranların tuzaklarını başlarına geçirir).  
· 8/62 Eğer sana hile yapmak isterlerse (korkma) Allâh sana yeter. O ki, yardımıyla seni ve müminleri destekledi.  
· 10/21 Kendilerine dokunan bir darlıktan sonra insanlara bir rahmet (sağlık ve bolluk zevkini) taddırdığımız zaman bakarsın ki, yine onların, âyetlerimiz hakkında bir tuzakları vardır. De ki: "Allâh daha çabuk tuzak kurar!" Elçilerimiz, sizin kurduğunuz tuzakları yazıyorlar.  
· 11/55 O(Allâh)'dan başka (taptığınız tanrılardan). Haydi hepiniz bana tuzak kurun, sonra bana hiç göz açtırmayın (elinizden ne gelirse yapın)!"  
· 11/93 "Ey kavmim, olduğunuz yerde (yaptığınızı) yapın, ben de yapıyorum. Yakında kime azâbın gelip kendisini rezil edeceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözetin, ben de sizinle beraber gözetmekteyim!"  
· 11/121 İnanmayanlara de: "Olduğunuz yerde yapacağınızı yapın, biz de yapıyoruz!"  
· 12/50 (Elçi bu yorumu getirince) Kral: "Onu bana getirin." dedi. Elçi, Yûsuf'un yanına gelince (Yûsuf): "Efendine dön de ona sor, ellerini kesen o kadınların maksadı neydi? (Bunu ortaya çıkarsın). Şüphesiz Rabbim, onların tuzaklarını biliyor", dedi.  
· 13/33 Her nefsin yaptığı işin başında duran, (hiçbir şeyden haberi olmayanla bir olur) mu? Onlar Allah'a ortaklar koştular. De ki: "Onları isimlendirin (nitelendirin bakalım tapılmağa değer bir yanları var mı?) Yoksa siz Allâh'ın, yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi Kendisine haber veriyorsunuz? Yoksa boş söz mü söylüyorsunuz? Hayır, inkâr edenlere tuzakları süslü gösterildi. (Hak) yoldan çıkarıldılar. Allâh kimi şaşırtırsa artık ona yol gösteren olmaz!  
· 13/42 Onlardan öncekiler de tuzak kurmuştu. Fakat bütün tuzaklar, (tedbirler) Allâh'ındır. (Allâh'ın tedbiri, onların tuzaklarını bozar. O), her canın ne kazandığını (ne yaptığını) bilir. Kâfirler de, bu yurdun sonunun kimin olacağını bileceklerdir!  
· 14/46 Onlar tuzaklarını kurdular. Oysa tuzakları dağları yerinden kaldıracak (cinsten) olsa bile onların tuzakları, Allâh'ın yanındaydı (Allâh onların tuzaklarını bozar, cezâlarını verirdi).
· 16/26 Onlardan öncekiler de tuzak kurmuşlardı da Allâh, binâlarına temellerinden gelmiş, üstlerindeki tavan, başlarına çökmüştü! Ve azâb onlara ummadıkları yerden gelmişti.  
· 16/127 Sabret, sabrın ancak Allâh(ın yardımı) iledir. Onlara üzülme, kurdukları tuzaklardan da sıkıntıya düşme.
· 17/16 Biz bir kenti helâk etmek istediğimiz zaman onun varlıklılarına emrederiz, orada kötü işler yaparlar, böylece o ülkeye (azâb) karâr(ı) gerekli olur, biz de orayı darmadağın ederiz.  
· 27/4 Âhirete inanmayanların işlerini kendilerine süslemişizdir, onlar körü körüne bocalarlar.  
· 27/50 Böyle bir tuzak kurdular, biz de onlar hiç farkında olmadan onlara bir tuzak kurduk.  
· 27/70 (Ey Muhammed) onlar(ın sözlerin)e üzülme, tuzak kurmalarından da sıkılma.  
· 35/43 Yeryüzünde büyüklük taslama(larını) ve kötü tuzak(lar) kurma(larını artırdı.) Kötü tuzak, ancak sâhibine dolanır. Onlar öncekilerin yasasından başkasını mı bekliyorlar? Allâh'ın yasasında bir değişme bulamazsın; Allâh'ın yasasında bir sapma bulamazsın.  
· 39/39 De ki: "Ey kavmim, durumunuza göre bildiğinizi yapın, ben de (bildiğimi) yapıyorum; yakında bileceksiniz;"  
· 40/25 (Mûsâ,) Onlara katımızdan hakkı getirince: "Onunla beraber inananların oğullarını öldürün, kadınlarını sağ bırakın!" dediler. Fakat kâfirlerin tuzağı hep boşa çıkar.  
· 40/37 "(Yani) Göklerin yollarına (erişeyim) de çıkıp Mûsâ'nın tanrısına bakayım. Çünkü ben Mûsâ'yı, yalancı sanıyorum." Böylece yaptığı kötü iş, Fir'avn'a süslü gösterildi ve (o), yoldan çıkarıldı. Fir'avn'ın tuzağı, tamamen boşa çıktı.  
· 52/42 Yoksa bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Asıl tuzağa düşecek olanlar, o inkâr edenlerin kendileridir.  
· 52/46 O gün, tuzakları kendilerine hiçbir yarar sağlamaz ve onlara yardım da edilmez.  
· 68/45 Onlara mühlet veriyorum. Doğrusu benim tuzağım sağlamdır (onu kimse bozamaz).  
· 71/22 "Büyük büyük tuzaklar kurdular."  
· 77/39 Eğer (kurtulmak için yapacağınız) bir hileniz varsa bana hile yapın (da beni atlatın).  
· 105/1 Rabbinin, Fil sâhiplerine ne yaptığını görmedin m? 105/2 Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?
86.17 - Femehhilil kâfirîne emhilhum ruveydâ./Hele sen o kâfirlere mühlet ver, biraz bırak onları (bildiklerine gitsinler).
Kafir, kendisine sunulan delilleri, Kuranı, vahyi, tarıkı dikkate almayan, yeterli görmeyerek kabul etmeyen,  bunu hareketiyle, yaşamıyla gösteren adeta, onların üzerini örtendir. Kafirun suresinde de açıklandığı üzere  Nedir kafirlik? Kurana sırt dönmektir. Kurana önem ve öncelik vermemektir. Kuranın bir kısmını görmezlikten gelmek, yok saymak, umursamamaktır. Yaşam amaçlarını unutmaktır, yitirmektir. Geçici ve geçimlik dünya metaına, arzularına, nefsine, ulularına tapmaktır. Nankörlüktür. Cahilliktir, Kurandan gayri veya Kuranla birlikte başka ölçü, ilke, ahlak ve rehber edinmektir, kafirlik…
· Allah’ı ve peygamberlerini inkâr ederek kâfir olan, biz bir kısmına inanırız bir kısmına inanmayız diyerek Allah ve Elçisi’nin arasını ayırmaya kalkışan ve böylece imanla küfür arasında bir yol tutmaya çalışan kimseler var ya, işte onlar gerçek kâfirlerin ta kendileridir. Biz o kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır. Nisa; 150, 151.
· Yoksa siz Kitabın bir kısmına inanıp da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Bakara; 85.
· Onlar Allah’tan başka fayda da, zarar da vermeyen şeylere taparlar. Kâfir, Rabbine karşı olanların yardımcısıdır da. Furkan; 55.
· Şüphesiz ki: “Allah ancak Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler kâfir olmuşlardır. Maide; 17.
· Şüphesiz, “Meryem oğlu Mesih, Allah’ın kendisidir” diyenler kâfir olmuşlardır. Maide; 72.
· “Allah, şüphesiz üçün üçüncüsüdür” diyenler kâfir olmuşlardır. Maide; 73.
· Ve Yahudiler “Uzeyr Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar da “Mesih, Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözler olup, güya bununla daha önce yaşayan inkârcıların sözlerini taklit ediyorlar. Tövbe; 30.
· Şüphesiz Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun altındaki günahları dilediği kimseler için bağışlar. Kim Allah’a ortak tanırsa, şüphesiz pek büyük bir günah uydurmuş [işlemiş]olur. Nisa; 48.
· 29/17 Siz Allah'tan başka bir takım putlara tapıyorsunuz, yalan şeyler uyduruyorsunuz. Sizin Allah'tan başka taptıklarınız, size rızık vermezler. Siz rızkı Allâh'ın yanında arayın, O'na tapın ve O'na şükredin. O'na döndürüleceksiniz."
· 39/3 İyi bil ki, hâlis din yalnız Allâh'ındır. O'ndan başka veliler edinerek: "Biz bunlara, sırf bizi Allâh'a yaklaştırmaları için tapıyoruz," diyenler(e gelince): Şüphesiz ki Allâh, onlar arasında, ayrılığa düştükleri konuda hükmünü verecektir. Allâh, yalancı, nankör insanı doğru yola iletmez.
· 9/31   Hahamlarını ve rahiplerini Allah'tan ayrı rabler edindiler, Meryem oğlu Mesih'i de öyle. Oysa kendilerine yalnız tek Tanrı olan Allah'a ibâdet etmeleri emredilmişti. O'ndan başka tanrı yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.
· 45/23 Keyfini tanrı edinen ve Allâh'ın bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi ona Allah'tan sonra kim doğru yolu gösterecek? Düşünmüyor musunuz?
· 28/50 Eğer sana cevap veremezlerse bil ki onlar, keyiflerine uyuyorlar. Allah'tan bir yol gösterici olmadan, yalnız kendi keyfine uyandan daha sapık kim olabilir? Muhakkak ki Allâh, zâlim kavmi doğru yola iletmez.
· 25/43 Arzusunu tanrı edinen kimseyi gördün mü? Onun üstüne sen mi bekçi olacaksın?
· 20/16 Ona inanmayıp keyfine uyan kimse, seni on(a inanmak)dan alıkoymasın, sonra helâk olursun!"
İhlas suresinde de anlatıldığı üzere “kafirliğin/şirkin nedenleri, bahaneleri, gerekçeleri şöyle anlatılmaktadır:
·  19/81 Kendilerine destek olsunlar diye Allah'tan başka tanrılar edindiler.
·  10/18 Allah'ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: "Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir" derler. De ki: "Siz, Allah'a, göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz? O, sizin ŞİRK koştuklarınızdan uzak ve yücedir."
·  36/74 Belki kendilerine yardım edilir diye Allah'tan başka tanrılar edindiler.
·  39/3 O'ndan başka veliler edinerek: "Biz bunlara, sırf bizi Allâh'a yaklaştırmaları için tapıyoruz," derler.
·  46/28 Allah'tan başka, kendilerine (Allâh yanında) yakınlık sağlamak için tanrı edindikleri şeyler, kendilerine yardım etselerdi ya! Hayır, (tanrıları), onlardan kaybolup gittiler. İşte onların yalanları ve uydurmaları budur.
·   10Yunus30-İşte orada, her nefis önceden yaptıklarıyla imtihana çekilmiş olacak ve onlar asıl, gerçek mevlaları olan Allah'a döndürülecekler. Yalan yere uydurdukları da, kendilerinden kaybolup uzaklaşacaklar.
·  26Şuarâ 97-102 “Orada putlarıyla çekişerek, 'vallahi biz apaçık sapıklık içerisinde idik, çünkü biz sizi âlemlerin rabbine eşit tutmuştuk, bizi saptıranlar ancak suçlulardır. Şimdi bizim için ne bir şefaatçi var, ne de yakın bir dost. Keşke geriye dönüşümüz olsaydı da, iman edenlerden olsaydık' derler.”
-Atalarının dinine uyma:
·  2/170 Ne zaman onlara: ‘Allah’ın indirdiklerine uyun’ denilse, onlar: ‘Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız’ derler. Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?”
·  5/104 Onlara, Allah'ın indirdiğine ve resule gelin dendiğinde şöyle derler: "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter." Peki, ataları hiçbir şey bilmiyor, doğru yolu bulamıyor idiyseler de mi?
·  7/28 Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: "atalarımızı bu yolda bulduk, bunu bize Allâh emretti." dediler. "Allâh kötülüğü emretmez, de, Allah'a karşı bilmediğiniz şeyler mi söylüyorsunuz?"
·  31/21Onlara: "Allâh'ın indirdiğine uyun!" dense: "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız (onların yolundan gideriz)" derler. Şeytân onları alevli ateşin azâbına çağırmış olsa da mı (babalarının izinde gidecekler)?
·  10/78 Dediler ki: "Sen bize, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden bizi çeviresin de bu toprakta devlet ve ululuk ikinizin olsun diye mi geldin? Biz, ikinize de inanmıyoruz."
·  21/53 Dediler: "Atalarımızı onlara kulluk/ibadet eder bulduk."
·  26/74 Dediler: "Hayır! Ancak atalarımızı böyle yapar halde bulduk."
·  43/22 Hayır, (ne bilgileri var, ne de Kitâpları). Sadece: "Biz atalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerinde gidiyoruz" dediler.
·  43/23 İşte böyle, senden önce de hangi kente uyarıcı gönderdiysek mutlaka oranın varlıklıları: "Biz atalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız." dediler.
·  43/24 "Ben size, atalarınızı, üzerinde bulduğunuz(din)den daha doğrusunu getirmiş olsam da (yine babalarınızın yolunu)mu (tutacaksınız)?" dedi. "Doğrusu biz sizinle gönderilen mesajı tanımıyoruz." dediler.
-Keyfine uyma:
·  2/87 Ne zaman ki, bir peygamber, size canınızın istemediği bir şey getirdiyse büyüklük taslamadınız mı? Kimini yalanladınız, kimini de öldürüyordunuz?
·  2/120 Sen onların, kendi dinlerine uymadıkça ne yahûdiler, ne de hıristiyanlar senden râzı olmazlar. "Asıl doğru yol, Allâh'ın yoludur" de. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyarsan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olmaz.
·  2/145 Sen Kitap verilenlere her türlü âyeti getirsen yine onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Sana gelen ilimden sonra onların keyiflerine uyarsan, o takdirde sen, mutlaka zâlimlerden olursun.
·  4/135 Öyle ise keyfinize uyarak doğruluktan sapmayın.
·  5/48 Artık onların aralarında Allâh'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen gerçekten ayrılıp onların keyiflerine uyma!
·  5/49 Aralarında Allâh'ın indirdiğiyle hükmet, onların keyiflerine uyma ve onların, Allâh'ın indirdiği şeylerin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın!
·  5/70 Ne zaman bir elçi onlara canlarının istemediği bir şey getirdiyse (gelen elçilerin) bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürüyorlardı.
·  5/77 De ki: "Ey Kitap ehli, dininizde haksız yere aşırılığa dalmayın ve önceden sapmış, birçoğunu da saptırmış, düz yoldan şaşmış bir milletin keyiflerine uymayın!"
·  6/56 De ki: "Ben, Allah'tan başka yalvardıklarınıza tapmaktan men'olundum." De ki: "Ben sizin keyiflerinize uymam, çünkü o takdirde sapıtmış ve yola gelenlerden olmamış olurum
·  6/74 İbrâhim, babası Âzer'e demişti ki: "Sen putları tanrılar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum
·  6/119 Üzerine Allâh'ın adı anılmış olanlardan niçin yemeyesiniz? Çaresiz yemek zorunda kaldıklarınız dışında, size harâm kıldığı şeyleri (Allâh) size açıklamıştır. Doğrusu birçokları, bilmeden keyiflerine uyarak halkı şaşırtıyorlar. Muhakkak ki Rabbin, (evet) O, sınırı aşanları çok iyi bilir.
·  6/150 De ki: "Haydi Allâh'ın bunu yasakladığına şâhidlik edecek tanrılarınızı getirin." Eğer (onlar) şâhidlik ederlerse sen onlarla beraber şâhidlik etme; âyetlerimizi yalanlayanların ve âhirete inanmayanların keyiflerine uyma. (Nasıl uyarsın ki) onlar, Rablerine eş tutmaktadırlar.
·  7/176 Dileseydik elbette onu o âyetlerle yükseltirdik, fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü.
·  13/37 Eğer sana gelen bu ilimden sonra onların keyiflerine uyarsan, artık seni Allah'tan kurtaracak ne bir veli ne de koruyucu olmaz.
·  18/28 Kalbini bizi anmaktan alıkoyduğumuz keyfine uyan ve işi, hep aşırılık olan kişiye itâat etme.
·  20/16 "Ona inanmayıp keyfine uyan kimse, seni on(a inanmak)dan alıkoymasın, sonra helâk olursun!"
·  23/71 Eğer hak, onların keyiflerine uysaydı, gökler, yer ve bunların içinde bulunan kimseler bozulur, giderdi. Biz onlara Zikir'lerini getirdik fakat onlar, Zikirlerinden yüz çeviriyorlar.
·  25/43 Arzusunu tanrı edinen kimseyi gördün mü? Onun üstüne sen mi bekçi olacaksın?
·  28/50 Eğer sana cevap veremezlerse bil ki onlar, keyiflerine uyuyorlar. Allah'tan bir yol gösterici olmadan, yalnız kendi keyfine uyandan daha sapık kim olabilir? Muhakkak ki Allâh, zâlim kavmi doğru yola iletmez.
·  38/26 Ey Dâvûd, biz seni yeryüzünde (senden öncekilerin yerine) hükümdar yaptık. İnsanlar arasında adâletle hükmet; keyf(in)e uyma, sonra seni Allâh'ın yolundan saptırır.
·  28/50 Eğer sana cevap veremezlerse bil ki onlar, keyiflerine uyuyorlar. Allah'tan bir yol gösterici olmadan, yalnız kendi keyfine uyandan daha sapık kim olabilir? Muhakkak ki Allâh, zâlim kavmi doğru yola iletmez.
·  30/29 Hayır, zulmedenler, bilgisizce keyiflerine uydular. Allâh'ın şaşırttığını (Allâh'ın gönderdiği hidâyete uymadığı için düştüğü sapıklığında terk ettiği kimseyi) kim yola getirebilir? Onların hiçbir yardımcıları yoktur.
·  42/15 Bundan dolayı sen (Hakka) çağır ve emrolunduğun gibi doğru ol; onların keyiflerine uyma ve de ki: "Ben Allâh'ın indirdiği her Kitaba inandım ve aranızda adâlet yapmakla emrolundum.
·  45/18 Sonra seni de buyruk(umuz)dan bir şeriate (bir hukuk düzenine) koyduk. Sen ona uy, bilmeyenlerin keyiflerine uyma.
·  45/23 Keyfini tanrı edinen ve Allâh'ın bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi ona Allah'tan sonra kim doğru yolu gösterecek? Düşünmüyor musunuz?
·  47/14 Rabbinden bir delil üzerinde bulunan insan, kötü işi kendilerine süslendirilen ve keyiflerine uyan kimseler gibi olur mu? (Olmaz elbet).
·  47/16 Onlardan kimi de gelip seni dinler. Fakat senin yanından çıktıkları zaman kendilerine bilgi verilmiş olanlara: "Demin ne söyledi?" derler. Onlar Allâh'ın kalplerini mühürlediği, keyiflerinin ardına düşmüş kimselerdir.
·  53/23 Onlar, sizin ve babalarınızın, (tanrı) diye isimlendirdiğiniz (boş, kavramsız) isimlerden başka bir şey değildir. Allâh, onlara hiçbir güç (tanrı oldukları hakkında hiçbir delil) indirmemiştir. O(putlara tapa)nlar zanna ve nefislerin hevesine uyuyorlar. Oysa kendilerine, Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir.
·  54/3 Yalanladılar, nefislerinin heveslerine uydular. Halbuki her iş, yerini bulacaktır (Allâh'ın kararına kimse engel olamaz).
-Başkasının kurallarına uyma
·  5/50 Yoksa câhiliyye hükmünü mü arıyorlar? İyi bilen bir toplum için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?
·  7/3 (Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz
·  9/31 Hahamlarını ve rahiplerini Allah'tan ayrı rabler edindiler, Meryem oğlu Mesih'i de öyle. Oysa kendilerine yalnız tek Tanrı olan Allah'a ibâdet etmeleri emredilmişti. O'ndan başka tanrı yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.
·  12/40 Siz, o'nu bırakıp ancak sizin ve atalarınızın taktığı birtakım (boş) isimlere tapıyorsunuz.
·  33/36 Allâh ve Resulü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur.
·  42/21Yoksa onların, kendilerine, Allâh'ın izin vermediği dini koyan ortaklar mı var?
-Başkasından çekinme/korkma
·  3/175 O şeytân sizi kendi dostlarından korkutuyor, eğer inanmış iseniz, onlardan korkmayın, benden korkun
·  4/77 Kendilerine: "Ellerinizi (savaştan) çekin, namazı kılın, zekâtı verin!" denilenleri görmedin mi? Kendilerine savaş yazılınca hemen içlerinden bir grup, insanlardan, Allah'tan korkar gibi hattâ daha fazla korkmaya başladılar: "Rabbimiz, niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen (savaş emrini bir süre geciktirsen) olmaz mıydı?" dediler. De ki: "dünyâ geçimi azdır, korunan için âhiret daha iyidir. Size kıl kadar haksızlık edilmez."
·  16/52 Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Kulluğun da yalnız O'na yapılması lâzımdır. Siz, Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz?
·  39/36 Allâh kuluna kâfi değil mi? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allâh kimi şaşırtırsa artık onu yola getiren olmaz.
-Başkasını sevme/güç kaynağı görme:
·  2/165 İnsanlardan kimi, Allah'tan başka eşler tutar, Allâh'ı sever gibi onları severler.
·  3/64 "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiç bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim." Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahid olun, biz gerçekten müslümanlarız."
·  29/25 (İbrâhim kavmine) dedi ki: "Siz dünyâ hayâtında birbirinizi sevmek için Allâh'ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. (O putlara tapmanız, dünyâda aranızda bir sevgi meydana gelmesine sebep olsa bile) daha sonra kıyâmet gününde birbirinizi inkâr eder ve birbirinizi lanetlersiniz. Varacağınız yer de ateştir ve hiçbir yardımcınız da yoktur.
·  26/213 Allâh ile beraber başka bir tanrı çağırma, sonra azâb edilenlerden olursun.
·  7/194 Allah'tan başka yalvardıklarınız da sizler gibi kullardır, (onların tanrı olduğu hakkındaki iddiânızda) doğru iseniz, çağırın onları da size cevap versinler.
·  2/186 Kullarım, sana benden sorar(lar)sa (söyle): Ben (onlara) yakınım. du'â eden, bana du'â ettiği zaman onun du'âsına karşılık veririm. O halde onlar da bana karşılık versin(benim çağrıma uysun)lar, bana inansınlar ki, doğru yolu bulmuş olalar.

Tüm bu tarıka, rehbere, kurana rağmen kafirliğe devam edenleri, bunda ısrarlı olanlara da mühlet verilmektedir.
· 2/15 Allâh da kendileriyle alay eder ve onları bırakır; taşkınları içinde bocalayıp dururlar.
· 3/178 İnkâr edenler sanmasınlar ki, kendilerine süre vermemiz, kendileri için hayırlıdır. Biz onlara süre veriyoruz ki günâhı artırsınlar. Onlar için alçaltıcı bir azâb vardır.  
· 7/182 Âyetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helâke yaklaştıracağız.  
· 7/183 Onlara mühlet veriyorum, çünkü benim tuzağım sağlamdır.  
· 10/11 İnsanların, hayrı acele istemeleri gibi, Allâh da onlara şerri acele verseydi, süreleri hemen bitirilmiş olurdu. Ama biz, bizimle buluşmayı ummayanları bırakırız, azgınlıkları içinde bocalar, dururlar.  
· 11/8 Andolsun onlardan azâbı sayılı bir ümmete (belli bir süreye) ertelesek, "Onu tut(up bize gelmesine engel ol)an nedir?" derler. İyi bilin ki, o (azâb) başlarına geldiği gün, bir daha onlardan geri çevrilmez ve alay ettikleri şey, kendilerini kuşatmış olur.  
· 13/32 Senden önceki peygamberlerle alay edildi de inkâr edenlere bir süre meydan verdim, sonra onları yakaladım. Cezâm nasılmış, (gördüler)!  
· 14/42 Zâlimlerin yaptığından Allâh'ı gâfil sanma, O, sadece onları, gözlerin dehşetten donup kalacağı bir güne ertelemektedir.  
· 14/43 (O gün) başlarını dikerek koşarlar, bakışları kendilerine dönmez, (öyle donup kalmıştır sanki). Yüreklerinin içi de bomboş havadır. (Şaşkınlıktan, kafalarında düşünce adına bir şey kalmamıştır).  
· 15/2 Bir zaman gelir ki nankörlük edenler, "Keşke müslüman olsaydılar" diye arzu ederler.  
· 16/61 Eğer Allâh, insanları, yaptıkları (her) haksızlıkla cezâlandırsaydı, yeryüzünde tek canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir süreye kadar erteler. Süreleri geldiği zaman da bir sâ'at dahi ne geri kalırlar, ne de ileri geçerler (derhal mahvolup giderler).  
· 18/58 Ama çok bağışlayan, esirgeyen Rabbin eğer onları, yaptıklariyle hemen cezâlandıracak olsaydı, onların azâbını çabuklaştırırdı. Fakat onlar için va'dedilen bir zaman vardır ki, ondan (kaçıp) sığınacak bir yer bulamayacaklardır.  
· 18/59 İşte şu kentler de zulmetmeğe başlayınca onları helâk ettik. Onları helâk etmek için de bir süre belirlemiştik.  
· 19/75 De ki: "Kim sapıklık içinde ise Rahmân ona süre versin (ne çıkar). Nihâyet va'dedildiklerini -azâbı veya (Duruşma) sâ'ati(ni)- gördükleri zaman, kimin yerce daha kötü ve adamca daha zayıf olduğunu bileceklerdir.  
· 19/84 Onlar hakkında acele etme, biz onlar(ın günlerini ve nefeslerini doldurmaları) için saydıkça sayıyoruz.  
· 21/39 İnkâr edenler, ne yüzlerinden, ne de sırtlarından ateşi savamayacakları ve yardım da olunmayacakları zamanı bir bilselerdi (onu böyle acele istemezlerdi)!  
· 21/40 Doğrusu o, onlara ansızın gelecek, onları şaşırtacak, ne onu reddedebilecekler, ne de kendilerine süre verilecek.  
· 21/111 "Bilmem belki de o (azâbın ertelenmesi) sizi denemek ve bir süreye kadar yaşatmak içindir"  
· 22/44 Medyen halkı da (yalanlamıştı); Mûsâ da yalanlanmıştı. Ben de kâfirlere bir süre vermiş, sonra onları yakalamıştım. (Bak), benim (onları) inkârım (görülmemiş biçimde cezâlandırmam) nasıl oldu!  
· 22/47 Senden azâbı çabuk istiyorlar. Allâh sözünden caymaz. (Ama herşeyin bir zamanı vardır. O, acele etmez. Zirâ) Rabbinin yanında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.  
· 22/48 Nice kent var ki zulmederken ona biraz süre vermişim, sonra onu yakalamışımdır. Sonunda dönüş ancak banadır.  
· 29/53 Senden azâbı çabuk istiyorlar. Eğer (azâb için) belirtilmiş bir süre olmasaydı, onlara hemen azâb gelirdi. Fakat hiç farkına varmadıkları bir sırada o, kendilerine ansızın gelecektir.  
· 31/24 Onları biraz yaşatırız, sonra kaba bir azâba süreriz.  
· 35/45 Eğer Allâh, insanları yaptıkları işler yüzünden (hemen) cezâlandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat Allâh, onları belirtilmiş bir süreye kadar erteliyor. Süreleri geldiği zaman, kuşkusuz Allâh kullarını görmektedir (onları yaptıkları işlere göre cezâlandıracaktır).  
· 39/8 İnsana bir zarar dokundu mu, hemen içtenlikle Rabbine yönelerek O'na du'â eder. Sonra (Rabbi) ona kendisinden bir ni'met verdi mi; önceden O'na yalvarmakta olduğunu unutur da, O'nun yolundan saptırmak için Allah'a eşler koşmağa başlar. De ki: "Küfrünle azıcık yaşa, sen ateş halkındansın!"  
· 42/14 Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden belli bir süreye kadar yaşatma sözü geçmiş olmasaydı, aralarında hüküm verilir (işleri bitirilir)di. Onlardan sonra Kitaba vâris kılınanlar ondan, kuşku veren bir şüphe içindedirler.  
· 42/21 Yoksa onların, kendilerine, Allâh'ın izin vermediği dini koyan ortaklar mı var? Eğer (bir süre fırsat verilmesi hakkında) karar olmasaydı derhal aralarında hüküm verilir (işleri bitirilir)di. Kuşkusuz zâlimler için acı bir azâb vardır.  
· 68/44 Bu sözü yalanlayanı bana bırak; onları bilmedikleri yerden derece derece (azâba) yaklaştıracağız.  
· 68/45 Onlara mühlet veriyorum. Doğrusu benim tuzağım sağlamdır (onu kimse bozamaz). 
· 70/42 Bırak onları kendilerine va'dedilen günlerine kavuşuncaya kadar dalsın, oynasınlar.  
· 70/43 O gün kabirlerden hızlı hızlı çıkarlar. Onlar dikilen (putlara yahut hedef)lere doğru koşar gibi (koşarlar).  
· 73/11 Beni ve o ni'met sâhibi yalanlayıcıları yalnız bırak ve onlara biraz mühlet ver.  
· 77/46 "Yeyin, azıcık sefâ sürün, siz suçlularsınız!"  
Mümine düşen Rabbine Kurana güvenmek, yaşayan kuran olmaktır. Her hal ve şartta, dini, değerlerini, ölçü ve ilkelerini, katışıksız bir halde halis tutarak yaşamaktır. Tarık olmaya devam etmektir. Karanlığa aydınlık, ışık vermektir. http://aaldemira.blogspot.com/

ARAPÇASI OKUNUŞU YAKLAŞIK MEALİ

 rtfSelectedTabRef*39*17*17*086.017*Tarik 1-17**1*90*tumSure*rtfSelectedTabRef
 rtfBulunanSayi*17*rtfBulunanSayi
 rtfSndPly*86.1*

(٨٦-١)
86.1*************
وَالسَّمَاءِ وَالطَّارِقِ

86.1 - Ves semâi vet târıg.

86.1 - Göğe ve târık'a andolsun.

 rtfSndPly*86.2*
(٨٦-٢)
86.2*************
وَمَا اَدْرٰیكَ مَا الطَّارِقُ

86.2 - Ve mâ edrâke mettârıg.

86.2 - Târık'ın ne olduğunu sen nereden bileceksin?

 rtfSndPly*86.3*
(٨٦-٣)
86.3*************
اَلنَّجْمُ الثَّاقِبُ

86.3 - Ennecmus sâgıb.

86.3 - Parlayan yıldızdır.

 rtfSndPly*86.4*
(٨٦-٤)
86.4*************
اِنْ كُلُّ نَفْسٍ لَمَّا عَلَيْهَا حَافِظٌ

86.4 - İn kullu nefsil lemmâ aleyhâ hâfız.

86.4 - Hiçbir can yoktur ki başında bir koruyucu (bekçi) olmasın.

 rtfSndPly*86.5*
(٨٦-٥)
86.5*************
فَلْيَنْظُرِ الْاِنْسَانُ مِمَّ خُلِقَ

86.5 - Felyenzuril insânu mimme hulıg.

86.5 - İnsan neden yaratıldığına bir baksın:

 rtfSndPly*86.6*
(٨٦-٦)
86.6*************
خُلِقَ مِنْ مَاءٍ دَافِقٍ

86.6 - Huliga mim mâin dâfıg.

86.6 - Atılan bir sudan yaratıldı.

 rtfSndPly*86.7*
(٨٦-٧)
86.7*************
يَخْرُجُ مِنْ بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَائِبِ

86.7 - Yahrucu mim beynis sulbi vet terâib.

86.7 - Bel ile kaburga kemikleri arasından çıkan (bir sudan).

 rtfSndPly*86.8*
(٨٦-٨)
86.8*************
اِنَّهُ عَلٰى رَجْعِهٖ لَقَادِرٌ

86.8 - İnnehû alâ rac'ıhî legâdir.

86.8 - O (Allâh), onu tekrar döndür(üp yarat)mağa kâdirdir.

 rtfSndPly*86.9*
(٨٦-٩)
86.9*************
يَوْمَ تُبْلَى السَّرَائِرُ

86.9 - Yevme tubles serâir.

86.9 - Gizlilerin (ortaya dökülüp) yoklanacağı gün,

 rtfSndPly*86.10*
(٨٦-١٠)
86.10*************
فَمَا لَهُ مِنْ قُوَّةٍ وَلَا نَاصِرٍ

86.10 - Femâ lehû min guvvetiv ve lâ nâsır.

86.10 - İnsanın ne bir gücü, ne de bir yardımcısı vardır.

 rtfSndPly*86.11*
(٨٦-١١)
86.11*************
وَالسَّمَاءِ ذَاتِ الرَّجْعِ

86.11 - Ves semâi zâtir rec'ı.

86.11 - Dönüşlü göğe andolsun,

 rtfSndPly*86.12*
(٨٦-١٢)
86.12*************
وَالْاَرْضِ ذَاتِ الصَّدْعِ

86.12 - Vel ardı zâtis sad'ı.

86.12 - (Bitkilerin çıkması için) Çatlayan yere andolsun ki,

 rtfSndPly*86.13*
(٨٦-١٣)
86.13*************
اِنَّهُ لَقَوْلٌ فَصْلٌ

86.13 - İnnehû legavlun fasl.

86.13 - O (Kur'ân), elbette (hak ile bâtılı) ayırdedici bir sözdür.

 rtfSndPly*86.14*
(٨٦-١٤)
86.14*************
وَمَا هُوَ بِالْهَزْلِ

86.14 - Ve mâ huve bilhezl.

86.14 - O, şaka değildir.

 rtfSndPly*86.15*
(٨٦-١٥)
86.15*************
اِنَّهُمْ يَكٖيدُونَ كَيْدًا

86.15 - İnnehum yekîdûne keydâ.

86.15 - Onlar (onu iptal etmek için) bir tuzak kuruyorlar.

 rtfSndPly*86.16*
(٨٦-١٦)
86.16*************
وَاَكٖيدُ كَيْدًا

86.16 - Ve ekîdu keydâ.

86.16 - Ben de (onları yakalamak için) bir tuzak kuruyorum.

 rtfSndPly*86.17*
(٨٦-١٧)
86.17*************
فَمَهِّلِ الْكَافِرٖينَ اَمْهِلْهُمْ رُوَيْدًا

86.17 - Femehhilil kâfirîne emhilhum ruveydâ.

86.17 - Hele sen o kâfirlere mühlet ver, biraz bırak onları (bildiklerine gitsinler).


TARIK SURESİ ÇALIŞMA NOTLARI
rtfSelectedTabRef*39*17*17*086.017*Tarik 1-17**1*90*tumSure*rtfSelectedTabRef
 rtfBulunanSayi*17*rtfBulunanSayi
 rtfSndPly*86.1*

(٨٦-١)
وَالسَّمَاءِ وَالطَّارِقِ
86.1*************86.1 - Ves semâi vet târıg.
SA - Göğe ve târık'a andolsun.
Si.me.ve: Gökyüzü, isim, ad, adaş, denk, benzer, isim ad koyma, muayyen, belirli,  yükseklik, yücelik. “Her yüksek ve yüce şeye, es-semâ denilir. Gökyüzüne semâ denilmesinin sebebi, yeryüzünden yukarıda oluşundandır. Her bir şeyin üstüne ve üstününe semâ denilir. Meselâ matematiğe de semâ denir. Çünkü matematik üstün bir ilimdir. Herhangi bir şeyin üst kısmına da semâ denir. Ayakkabının üstü semâ‘dır; evin tavanı da semâ‘dır. Hatta bulutlara ve yağmura da semâ denmiştir. Es-Semâ‘nın fiili olan semâ, حسيب [hasîb=ince hesap bilen, muhasebeci] ve şerîf [onurlu, erdemli] kimselerin işleri için kullanılır. Bu demektir ki, iyi hesap [matematik] bilen kimseler de semâ‘dır. Lisânü’l-Arab’ın semâ ile ilgili maddesi.HY. “Sözlükte “dinleme, işitme, kulak verme” anlamına gelen semâ, tasavvufta, makam ve nağme ile okunan dini metin ve ilâhileri ve dini musîkiyi dinleme; raksetme, devrân etme, dinlenen dini musikînin etkisiyle coşup dönme demektir. Mevlevî zikir meclisine semâ, bu âyine katılan dervişlere semâ-zen, âyinin icra olunduğu yere semâhâne denir. (M.C.-Dini Kavramlar Sözlüğü, DVY)”.
Semâ, lügatte kişinin üstünde olan ve onu gölgelendiren her şeye denir. Evin tavanına sema denilmesi de bundandır. Yağmur semadan indiği için yağmura da semâ denir. Şâir şöyle der: Bir kavmin toprağına yağmur yağdığı zaman, onlar kızsalar da biz orada hayvanlarımızı otlatırdık. Elmalılı-MYSoyalan”.
Târıg /Ta.ra.ka: Yol, meslek, gidişat, davranış, tabakalar, seçilmişler, rehber, örnek kişi, temsilci, gece doğan yıldız, sabahı müjdeleyen yıldız, işittirmek için şiddetle vurmak, ses çıkarmak, çarpmak, gece gelen kapıyı çalan konuk, vb anlamlarında kullanılmaktadır.

“Târik, "tark"tan ism-i faildir. "Tark", ses çıkaracak şekilde şiddetle vurmak, çarpmak de­mektir. Çekiç ve çomak manasına "mitrake" aynı köktendir. Tarık da aynı köktendir. Çünkü yolcu­lar, ona ayak vururlar. Bu suretle tarık, tokmak vurur gibi şiddetle vuran demek olduğu halde ayak vurmak, yol tepmek anlamında, geleneksel dilde, yola giden yol­cuya isim olmuştur. Özellikle de gece gelen manası meşhur olmuş­tur ki, geceleyin gelip kapı çalan, gönül hoplatan ziyaretçi anlamında kullanılmıştır.Bu manadan hareketle, ne olursa olsun geceleyin ortaya çı­kan, göze gönüle çarpan her şeye hatta hayalî suretlere bile denmiş­tir. Türkçe'deki zihne çarpmak, akla takılmak ifadesi de bu an­lamdadır. Ayrıca "târik", sabaha karşı doğan, sabah yıldızına da denilir. Târik Sûresi'ndeki "târik" ifadesi arkasından gelen ayetle de açıklandığı gibi "necm-i sakib"tir. Necm-i sakib ise, delik/delici yıl­dızdır, yani, ışığının kuvvetinden dolayı zulmeti deliyor gibi görü­nen her parlak yıldıza denilir. Elmalılı-MYSoyalan”.
وَمَا اَدْرٰیكَ مَا الطَّارِقُ
86.2*************86.2 - Ve mâ edrâke mettârıg.
SA - Târık'ın ne olduğunu sen nereden bileceksin?

(٨٦-٣)
اَلنَّجْمُ الثَّاقِبُ
86.3 - Ennecmus sâgıb.
SA - Parlayan yıldızdır.se


Se.ka.be: Karanlığı delen, Kur’ân’ın inen her pasajı öyle sert ve etkili bir vuruş yapmaktadır ki, âdeta tokat gibi inen bu vuruşlar kâfirlerin yüreklerini hoplatmakta, kalplerini paramparça etmekte ve toplumdaki küfür ve şirk bloklarını delip geçmektedir. HYılmaz”.
Sâkıb, yakan, şiddetle delen veya deli­ci demektir. Semâyı delivermiş parlak görünen yıldıza denir. Bu anlamdan kaynaklanarak şihablara da sakıb denilir. Bir de kuş yu­karı yükseldi demek olan "sâkıbu't-tâir" tabirinde olduğu gibi "irtifa" yükseklik manasına gelir. Bazıları bu anlamdan olarak "necm-i sâkıb" ifadesini yüksek yıldız diye tefsir etmişlerdir. Elmalılı-MYSoyalan”.

 rtfSndPly*86.4*
(٨٦-٤)
86.4*************
اِنْ كُلُّ نَفْسٍ لَمَّا عَلَيْهَا حَافِظٌ
86.4 - İn kullu nefsil lemmâ aleyhâ hâfız.
SA - Hiçbir can yoktur ki başında bir koruyucu (bekçi) olmasın.
YB- Parlayan yıldız gece görünür ama gündüz de parlaklığını kaybetmez. Tek fark gündüzün çıplak gözle görülememesidir. Yücelik ve sürekli parlayan yıldız büyük bir gerçeğin kanıtlarıdır. İnsan başkalarından saklı kalan amellerinin boşa gittiğini zanneder. Oysa İnsanın amelleri görünsün veya görünmesin gece görünen gündüz görünmeyen parlak yıldız gibi kaybolmazlar, muhafaza edilirler, korunurlar.
YBYB
Ha.fe.Zı: Koruma, gözetleme, muhafaza etme, rakip. Günlük hayatımızda, “Kuran’ı ezberlemiş kişi” anlamında kullandığımız حافظ [hâfız] sözcüğü, “koruyucu” demektir. Sözcüğün Kuran’ı ezberleyen kişiler için kullanılıyor olması da aslında o kişilerin ezberlemek suretiyle Kuran’ı korumalarındandır.

rtfSndPly*86.5*
(٨٦-٥)
86.5*************
فَلْيَنْظُرِ الْاِنْسَانُ مِمَّ خُلِقَ
86.5 - Felyenzuril insânu mimme hulıg.
SA - İnsan neden yaratıldığına bir baksın:
YB- İnsanın amelleri bazen saklı bazen görünür; yaşam/hayat da öyle, bazen gözler önündedir bazen de gizli, bu konu hakkında gereği gibi düşünüldüğünde mesele kolayca anlaşılır. İnsan nasıl yaratıldığına/yapıldığına bir bakmalıdır.Y     YBYBYB     
Hı.le.ka            :Bir şeyin ölçüsünü belirlemek, denkleme, ayarlama, takdir etme, tabiat, huy, mizaç, ahlak, ahlaklandırma, hilkat, şekil almak, değişmek, tasarlamak, kurmak, yaratmak, yapmak, “خلق - halq” sözcüğü Kur’ân’da sadece Allah’ın yaratması için kullanılmamıştır. Meselâ, Fecr sûresinin 8. âyetinde Rabbimiz “Ülkelerde benzeri yaratılmamış olan sütun sahibi İrem’e” demek sûretiyle Babil bahçelerini/kulelerini tanımlarken “لميخلق مثلها - lem yuhlaq mislüha [benzeri yaratılmamıştı]” ifadesini kullanmıştır. Bizler biliyoruz ki, İrem’i yapan, Kur’ân’daki ifadesiyle “halq” eden [yaratan] insanlardır. Bundan başka, Rabbimiz Âl-i Imran sûresinin 49. âyetinde “انّىاخلق لكم - enni ehlüqu leküm [sizin için yaratırım] …” ve Maide sûresinin 110. âyetinde “واذتخلق - ve iz tahlüqu mine’t-tîni [hani sen çamurdan yaratıyordun] …” diyerek yaratma sözcüğünü Îsâ Peygamber için, AnkEbût sûresinin 17. âyetinde “وتخلقونإفكا - ve tahlüqûne ifken [iftira yaratıyorsunuz] …” diyerek müşrikler için kullanmıştır.Bu örnekler, “خلق - halq” sözcüğünün sadece Allah’a ait olan “yoktan var etme” eylemi için değil, terzinin kumaştan elbise yapması, marangozun keresteden dolap yapması gibi “bir nesneden başka bir şey yapma” veya “uydurma” gibi eylemler için de kullanıldığını göstermektedir HYılmaz”.
Halk, yaratmak ve inşa etmek demektir. "Halk" ile "caala" kelimesi eş anlamlı iki keli­medir. Ancak "halk" tekvin ile il­gili inşaya tahsis edilmiş, bir tak­dir ve tavsiye manasını içine alır. Yani "halk"da, yaratılanın her yönüyle özel kaderini yoktan var eden ve takdir eden öncü bir kapsayıcı ilim ve ona göre, gerek maddesiz ve gerek bir madde­den yapma ve düzen verme ma­nası vardır.  Bu şekilde "fıtrat" kelimesi­nin anlamı, halk ve hilkat keli­melerinin anlamından bir cüzdür. "Caale" kelimesi dilimize daha çok "yapmak", "kılmak" şeklinde çevrilebilir. Elmalılı-MYSoyalan”.
Bloğda, Felak suresinde de açıklandığı üzere: 68/4 Ve inneke le'ala hulukin 'azîm. Ve sen, büyük bir ahlâk üzerindesin, ayeti uyarınca halak ahlaktır; Halak; o varlığın ahlakı, yaratılışı, amacı, yaşam programı gibi geniş anlamda ele alınmaktadır. Yerin göğün halakı denildiğinde, bunların yaratılışlarını, hareketlerini, programlarını, amaçlarını kapsayan bir hal ve hareketler bütünü anlaşılmaktadır”.
Kur’an’da Yaratılış ile ilgili kavramlar Bülent Şahin ERDEĞER
Kur’an’daki yaratılışla ilgili kavramları inceleyelim. Kavramların Arapça’daki anlam alanlarını Kur’an kelime ve kavram sözlüğü olarak artık bir klasik halini alan Rağıb el-İsfehani’nin Müfredat’ını (Dar’ul Kalem, Dimeşk) referans alarak inceleyeceğiz:
0- İBDÂ – (ابداع): Yoktan eşsiz Yaratma
İbda yoktan
örneksiz yaratma demektir. Daha önce tasavvur edilmemiş, varolmayan bir şey’in var edilmesi anlamına gelen bu fiil sadece Allah’a mahsustur. Eşsizlik anlamına gelen “bedi” bu sıfır noktasından var etme kudretidir.
“O semâları ve yeri yoktan var edendir…” En’am 6/101
“Göklerin ve yerin yaratıcısı O’dur; bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece “Ol” der -ve o (şey hemen) oluverir”. Bakara 2/117
1- FATARA- فطر : Potansiyel’i Yaratma
Fatara Allah’ın bir şeyi yaratması ve onu herhangi bir fiili yapmaya aday halde düzenlemesi demektir.
Böylece sen, batıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde (hak olan) dine çevir ve Allah’ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davran… Rum 30/30
Fatara ya da diğer ifadesiyle “Fıtrat” yaratılışın potansiyel durumudur.
2- FELAQ فلق : Potansiyelden açığa çıkartmaFelaq, zaten özünden yeni bir şeyin çıkmasına elverişli bir varlıktan yeni bir varlık çıkartmak anlamına gelir.“Kuşkusuz Allah, tohumu ve meyve çekirdeğini çatlatarak ölüden diriyi meydana getirendir ve diriden de ölüyü çıkaran. İşte budur Allah: ve akıllarınız hala nasıl da tersyüz oluyor!” En’am 6/953- KHALQ خلق : Bir şeyden Başka bir şeyi ortaya çıkartmak“Khalq” kavramı varolan bir şeyi başka bir şeye dönüştürerek yeni bir şeyi ortaya çıkartmak anlamına gelir.
Ey insanlar! Sizi bir tek can(lı)dan halden hale geçiren ve ondan da eşini üreten ve her ikisinden pek çok kadın ve erkek meydana getiren Rabbinize karşı sorumluluk bilincine sahip olun. Nisa 4/1
O (ki,) gökleri ve yeri (içsel) bir gerçeklik, (şaşmaz bir düzen) üzere halden hale geçirerek yaratmıştır. İnsanı nutfeden halden hale dönüştürerek yarattı. Böyle iken bakarsın ki o, Rabbine açık bir hasım kesilmiştir. Nahl 16/3-4
Hayatın çeşitliliği Allah’ın İşaretlerindendir:
“Şu hâlde hiç halden hale geçirerek düzenli biçimde yaratan ile, bu işlemi yapamayan bir olur mu? Artık siz düşünmez misiniz?
Allah’ın nimetlerini (bu şekilde yarattıklarını/yaratışını) saymaya kalksanız, asla böyle bir işin altından kalkamazsınız! Gerçek şu ki, çok acıyan çok esirgeyen gerçek bağışlayıcı elbette Allah’tır…” Nahl 16/17-18
İsa (as) da Khalq etmişti:
Halk etme kavramı Hz. İsa’ya izafeten de kullanılmıştır. Bu kullanım da göstermektedir ki halden hale geçirerek oluşturabildiğini de göstermektedir:
“(Ey İsa)Nasıl Benim iznimle çamurdan, (sana uyanların) kaderini şekillendirdiğini ve sonra bunun Benim iznimle (onların) kaderi olabilmesi için ona üflediğini…” 5/110
4- ENŞEE انشأ: Varolan bir şeyden başka bir şeyin aşamalı olarak üretilmesi/inşa edilmesi
Enşee (İnşa) da bir şeyin aşama aşama geliştirilerek/dönüştürülerek var kılınmasıdır. İnşaa ederek yaratmak Kur’an’da doğadaki şeylerin yaratılması için kullanılmıştır. Örneğin Bulutların “yaratılışı” için şöyle denmektedir:
O, korku ve ümit vermek için size şimşeği gösterendir, yağmur yüklü bulutları inşa edendir. Ra’d 13/12
Enşee kavramı Kur’an’da ayrıca ceninin halden hale dönüşerek insanın vücuda gelmesi için de kullanılmıştır. (23/31, 53/32)İlginç olan nokta ise yeniden yaratılış için de bu kavram kullanılmaktadır:
“Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve sizi yeniden inşa etmek üzere aranızda ölümü biz takdir ettik. (Bu konuda) bizim önümüze geçilmez.” Vakıa 56/60-61
5- CEALE جعل Eskisinin yerine yenisini oluşturmakCeale, bir şeyi uygun hale getirip uygun olmayan halini bertaraf etmek anlamına gelmektedir.
Onu, düşünüp kavrayabilmeniz için Arapça bir hitabe yarattık. Zuhruf 43/3

Yukarıdaki 5 kavram da görüldüğü üzere Yaratma fiili sadece yoktan var etme anlamında kullanılmamıştır. Rabbimiz yoktan var ettikten sonra halden hale geçirerek te vardan da yeni varlar var etmektedir. “İlk yaratılış” olarak tanımlayabileceğimiz Varlığın özü yokluktan Allah’ın İradesiyle yoktan yaratılmıştır.
Ancak bu başlangıçtan sonraki süreç Fatara, Felaq, Khalq, İnşa ve Ceale kavramlarıyla ifade edilen halden hale geçiş, bir şeyden başka bir şeyin ortaya çıkması anlamında bir yaratılıştır. Halk arasındaki eksik yaratılış telakkisi yaratmanın sadece yoktan yaratma olduğu zannının devamını sağlamıştır. Oysa Allah’ın yaratıştaki sünneti bir şeyi yoktan yarattıktan sonra diğer şeyleri o özden türeterek, vardan başka bir var ederek yaratmasıdır.
Kun fe yekun!” ne demektir?Allah bir şeyin olmasını isterse “ol deyince , oluş sürecine girer”. Burada;
1. Allah’ın yoktan var etmesi.
2. Varlıkları kullanarak var etmesi
3. Vardan var etme sürecinin devam etmesi…
Birincisi, Rabbimiz yoktan bir varlığı var etmektedir. Ayrıca dilerse de yok etmektedir. Varlıklara verilen özellik ve yeteneklerde ol emri ile yoktan verilebilmektedir.O, Tek’tir, Biricik’tir, öyle ki bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece “Ol!” der -ve o (şey hemen) oluş süreci başlar.” (Yasin 36/82)

Prof. Dr. Cafer Sadık Yaran, “Understanding Islam” adlı eserinde Yasin Suresi 82. ayetten hareketle bahsettiğimiz gibi olma sürecini üç sınıfa ayırıyor. Evrimci yaratılışa “Kun fe yakun” ayetindeki feyekun filinin mudari (gelecek kipinde) oluşu ve süreci ifade ettiğini belirtiyor. “Be an it is” (Yasin 82)(ol der o da olur.) burada “olur” geniş zaman fili yani evrimdir. O halde ilgili ifadeyi Türkçe’ye Mustafa İslamoğlu’nun da yaptığı gibi şöyle çevirmeliyiz: “O, ol deyince oluş süreci başlar…”İkincisi ise, Şefkatli olan Allah varlıklardan yeni varlıklar ortaya çıkarmaktadır. Bu konuda Rahman bazı kanunlar koymuştur. Bu kanunlar çerçevesinde olaylar gerçekleşir. Bazıları bu yaratmayı Allah’ın koyduğu kanunlarda ya da varlıklardaki gizli bir güçte aramaktadırlar. Oysa varlığın tanrısal yeteneği yerine bu yaratılma kanunlarından faydalanmak için araştırmalar yapılmalıdır. Fakat bazıları bu varlıklardaki Allah’ın ol emrine uydukları kısmı görememektedirler.BŞErdeğer”.

Ne.Zı.ra: Bakmak, düşünmek, ibret alma,inceleme, iltifat, muhlet, süre, bekleme, yönelme,


 rtfSndPly*86.6*
(٨٦-٦)
86.6*************
خُلِقَ مِنْ مَاءٍ دَافِقٍ
86.6 - Huliga mim mâin dâfıg.
SA - Atılan bir sudan yaratıldı.
 rtfSndPly*86.7*
(٨٦-٧)
86.7*************
يَخْرُجُ مِنْ بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَائِبِ
86.7 - Yahrucu mim beynis sulbi vet terâib.
SA - Bel ile kaburga kemikleri arasından çıkan (bir sudan).
YB- Çeşitli yollardan geçerek kadının rahmine ulaşan sıvıdaki sperm görünmeyen/gizli bir hayat/yaşam taşımaktadır. Bu hayat ana rahminde belirginleşir. Gözle görünür hale gelir.

 rtfSndPly*86.8*
(٨٦-٨)
86.8*************
اِنَّهُ عَلٰى رَجْعِهٖ لَقَادِرٌ
86.8 - İnnehû alâ rac'ıhî legâdir.
SA - O (Allâh), onu tekrar döndür(üp yarat)mağa kâdirdir.
YB- İnsanların ölümden sonra yeniden diriltilmeleri hiç de şaşılacak bir şey değildir. Yaşam gizli veya açık/görünür olarak zaten devam etmektedir. Fiziksel ölümle yaşam gizli hale gelir. Allah daha önce gözden gizli olan yaşamı görünür yaptı. Kesinlikle daha sonra da yapacak güçtedir.
Ra.ce.a: Geri dönmek, iade, karşılık verme, atışma, dönen, yağmur, eski hale gelme, râci, merci, irtica, ricat, müracaat, doğum anında ana rahminden bebekle birlikte çıkan ince deri, hayvan gübresi, ter, adım, yağmur, bulut, göl, menfaat, ilkbahar bitkileri, göçmen kuşlar. Dikkat edilirse, bu anlamların hepsinde de bir geri dönüşüm, devr-i daim, devirli bir hareketlilik söz konusudur. HY.
 rtfSndPly*86.12*
rtfSndPly*86.9*
(٨٦-٩)
86.9*************
يَوْمَ تُبْلَى السَّرَائِرُ
86.9 - Yevme tubles serâir.
SA - Gizlilerin (ortaya dökülüp) yoklanacağı gün,
YB- Gizli yaşamın tekrar görünür olacağı gün, tüm gizli amellerin de görünür olacağı gündür.
Be.le.ve:  İmtihan, deneme, İmtihan ise, “saflaştırma, açığa çıkarma” anlamına gelir. Çünkü imtihan ile kişinin ne bilip bilmediği veya kim olup olmadığı açığa çıkmaktadır. Dolayısıyla Allah’ın kişiyi imtihan etmesi, Allah’ın bilmediklerini öğrenmesi anlamına değil, o kişinin Allah tarafından zaten ayrıntılı olarak bilinen fiillerinin yine Allah tarafından ifşa edilmesi anlamına gelir. Tıpkı bir öğretmenin öğrencisini, ondan bir şey öğrenmek için değil de, neyi ne kadar bildiğini açığa çıkarmak için imtihan etmesi gibi.HY”.
Si.ra.ra: Sevinç, sır, gizleme, divan, koltuk.
“Serîre"nin ço­ğuludur. Kalplerde gizlenen aki­deler, niyetler, kinler, garazlar gibi batın işlere, gizli yapılan iyi ve kötü işlere, gizli emeller anlamına gelir. İyi kötü bütün gizli işleri ve düşünceleri kapsar. Elmalılı-MYSoyalan”.
 rtfSndPly*86.10*
(٨٦-١٠)
86.10*************
فَمَا لَهُ مِنْ قُوَّةٍ وَلَا نَاصِرٍ
86.10 - Femâ lehû min guvvetiv ve lâ nâsır.
SA - İnsanın ne bir gücü, ne de bir yardımcısı vardır.
YB- O gün insanın gizli olan amellerinin günışığına çıkmasına hiç bir güç engel olamaz. İnsanı da yaptıklarından koruyacak bir yardımcı da olmayacaktır.
Ka.ve.ye: Güç, kuvvet, kudret, sıkılık, sağlamlık, ciddiye alma, sahrada konaklayan, sıkıntıda olan, muhtaç.
“Quvvet, üç şekilde tefsir edilir:
1. 'Aded/sayı
"Kuvvetinizi kuvvetle ziyadeleştirsin (doğumla sayınızı artırsın/sayınıza sayı katsın)."
"Siz bana kuvvetle (adam sayısıyla) yardım edin!"
"Biz kuvvet sahibiyiz (sayıca çoğuz)."
2. Çalışkanlık ve gayret/ciddiyet ile de­vam etmek
"Bir vakit de mîsâkınızı almıştık (.....) Size verdiğimizi kuvvetle tutun (Tevrat'ta bulunanları tam bir gayret, ciddiyet ve kararlılıkla alın, bağlanın)!"
"Size verdiğimizi kuvvetle tutun; içindekileri hatırınızdan çı­karmayın ki ittiqa edesiniz."
"Ey Yahya! Kitabı kuvvetle (gayret, ciddiyet ve kararlılıkla) al!"
3. Şiddetle yakalamak, yakalaması şiddet­li/çetin
"Dediler ki: "Kim bizden kuvvetlidir" (kimin yakalaması bizden daha şiddetlidir/çetindir)?! Kendi­lerini halkeden o Allah'ın onlardan daha kuvvetli (yakalamasının daha şiddetli/çetin) olduğunu görmüyorlar mı?"
"Senin karyenden (Mekke'den/Mekke halkından) kuvvetçe daha şiddetli (halkının yakalayışı daha şiddetli/çetin) nice karye vardı..."
"Keşke size karşı bir kuvvetim olsaydı (sizi şid­detle yakalayabilseydim) Elmalılı-MYSoyalan”.

Ne.sa.ra: Yardım etme, ensar, kurtarıcı, hakkını alma, intikam, korunma, çekinme, hıristiyan

 rtfSndPly*86.11*

 rtfSndPly*86.11*
(٨٦-١١)
وَالسَّمَاءِ ذَاتِ الرَّجْعِ 86.11*************
86.11 - Ves semâi zâtir rec'ı

SA - Dönüşlü göğe andolsun,
YB- İşte böyle yücelik de/İslami yaşam da tekrar gelecektir. Bir zamanlar gizli kalsa da yine ortaya çıkacaktır.
Si.me.ve: Gökyüzü, isim, ad, adaş, denk, benzer, isim ad koyma, muayyen, belirli,  yükseklik, yücelik. Her yüksek ve yüce şeye, es-semâ denilir. Gökyüzüne semâ denilmesinin sebebi, yeryüzünden yukarıda oluşundandır. Her bir şeyin üstüne ve üstününe semâ denilir. Meselâ matematiğe de semâ denir. Çünkü matematik üstün bir ilimdir. Herhangi bir şeyin üst kısmına da semâ denir. Ayakkabının üstü semâ‘dır; evin tavanı da semâ‘dır. Hatta bulutlara ve yağmura da semâ denmiştir. Es-Semâ‘nın fiili olan semâ, حسيب [hasîb=ince hesap bilen, muhasebeci] ve şerîf [onurlu, erdemli] kimselerin işleri için kullanılır. Bu demektir ki, iyi hesap [matematik] bilen kimseler de semâ‘dır. Lisânü’l-Arab’ın semâ ile ilgili maddesi.HY.

Ra.ce.a: Geri dönmek, iade, karşılık verme, atışma, dönen, yağmur, eski hale gelme, râci, merci, irtica, ricat, müracaat, doğum anında ana rahminden bebekle birlikte çıkan ince deri, hayvan gübresi, ter, adım, yağmur, bulut, göl, menfaat, ilkbahar bitkileri, göçmen kuşlar. Dikkat edilirse, bu anlamların hepsinde de bir geri dönüşüm, devr-i daim, devirli bir hareketlilik söz konusudur. HY.
 rtfSndPly*86.12*

 rtfSndPly*86.12*
(٨٦-١٢)
86.12*************
وَالْاَرْضِ ذَاتِ الصَّدْعِ
86.12 - Vel ardı zâtis sad'ı.
SA - (Bitkilerin çıkması için) Çatlayan yere andolsun ki,
YB- Aynen yer altındaki gizli yaşamı çatlayıp ortaya çıkaran yer gibi. Toprak yarılıp bitkileri ortaya çıkarır. Toplum da yeni hayatı -içinde gizli kalmış olan yeni yaşam biçimini- içinden çıkarır. rtfSndPly*86.13*Sa.de.a: Çatlama, yarılma, ayrılma, bölünme, hakkı açığa vurma, baş ağrısı.
“Sadi;çatlak ve çatla­mak demektir. Yeryüzünün bitki için yarılmasına da denir. Bu ne­denle mecaz olarak bitkiler için de kullanılır. "Arz-ı zât-ı sad' ", yeryüzün­deki herhangi bir nedenle oluş­muş hendeklerle, vadilerle, çat­laklarla ilişkili olarak da kullanıl­dığı gibi su kanalları, mezarlar, kabirler, yolcuların çiğneyip bı­raktıkları izlerle de anlam ilişkisi vardır. Ölüm ile öldükten sonra dirilip toplanma arasında bir ber­zah, bir geçiş yeri olması itibariy­le kabirlere de işaret vardır. Elmalılı-MYSoyalan”.

E.ra.Da: Arz, yeryüzü, cahil, inançsız, yalanlayıcı kâfirlerdir Tüm meal ve tefsirlerde الارض [arz] sözcüğü hep “yeryüzü” olarak çevrilmiştir.
Bu sözcüğünün kadim Arapça’daki anlamlarına bakmak ve bu anlamlar içinden pasaja uygun olanını tercih etmektir. Arz sözcüğü aşağıdaki anlamlara gelmektedir:
·                     Üzerinde insanların bulunduğu yer.
·                     Her aşağı olan, aşağıda bulunan şey.
·                     Devenin ayakları.
·                     Yere yakın yaratıklar.
·                     Hayvanların ayaklarının yere yakın kısımları.
·                     İnsanın topuğundan aşağıdaki kısmı.
·                     Ayakkabının tabanı.
·                     Kuru ağaç yiyen böcek.
·                     İlk bahar günleri ortaya çıkan karıncaya benzer beyaz kurtçuk.
·                     Kum içinde yaşayan solucan, keme cinsinden yaratıklar. [58]
Dikkat edilirse, yukarıdaki anlamların ortak noktası, hepsinin de “aşağı olmayı, sefilliği, yere yakınlığı” ifade etmekte oluşlarıdır. Zaten “dünya”ya arz denilmesinin sebebi de, herkesin ayakları altında olmasından dolayıdır.HY
 rtfSndPly*86.13*
(٨٦-١٣)
86.13*************
اِنَّهُ لَقَوْلٌ فَصْلٌ
86.13 - İnnehû legavlun fasl.
SA - O (Kur'ân), elbette (hak ile bâtılı) ayırt edici bir sözdür.
YB- Tabiatta devamlı olan yıkım ve yeniden canlanma olayları insanlığın sosyal hayatında yeniden doğuşun (devrimin) olacağının kanıtıdır. İnsanlık şu anda yıkım safhasındadır ama Fetih süresi 29. Ayette anlatıldığı gibi insanlık yeniden filizlenecek büyüyecek ve kuvvetlenecektir.
Fe.Sa.le: Ayırma, ayırtetme, kesin hüküm, sütten kesme, tafsil, genişçe açıklama, akraba, aile,

rtfSndPly*86.14*
(٨٦-١٤)
86.14*************
وَمَا هُوَ بِالْهَزْلِ
86.14 - Ve mâ huve bilhezl.
SA - O, şaka değildir.
He.za.le: Şaka, oyun, boş söz, saçma, değersiz.
“Sözlükte “şaka yapmak, eylenmek, ciddiyetsizlik, zayıflık, cılızlık” gibi anlamlara gelen hezl, bir fıkıh kavramı olarak, iç irade ile beyan arasında kasıtlı uygunsuzluk durumu doğuran ciddiyetsizlik demektir. “Sözü sırf oyun, eğlence ve şaka olarak söylemek” veya “sözün hakikî veya mecazî anlamına delaletini kastetmeyip sahih olmayan bir şeyi kastetmek” ya da “hiçbir şey kastetmemek” şeklinde tanımlanabilir (İ.P- Dini Kavramlar Sözlüğü, DVY)”.

rtfSndPly*86.15*
(٨٦-١٥)
86.15*************
اِنَّهُمْ يَكٖيدُونَ كَيْدًا
86.15 - İnnehum yekîdûne keydâ.
SA - Onlar (onu iptal etmek için) bir tuzak kuruyorlar.
Ke.ye.de: Hile, tuzak kurmak, hileye ceza verme, işleri yoluna koyma, hilesini bozma, kötülük, engel olmak, kusmak, çakmağın geç yanması, savaşmak, dövüşmek, karganın ötmesi”
Hile yapmak, aldatmak, tuzak kurmak, hak veya bâtıl sebeple tedbir almak demektir. Keyd çoğunlukla yerilen bir fiil ve davranıştır. İnsanların başkalarına zarar vermek veya kendilerine menfaat sağlamak için yaptıkları hile kötü, Allah’ın hile yapanların hilelerini boşa çıkarması ve tedbir alması iyidir (A’râf, 7/183. Târık, 86/16).
“Keyd” kavramı Kur’ân’da 35 defa geçmiş ve azab etmek (A’râf, 7/183), insan öldürmek (Tûr, 52/42), tuzak kurmak (Yûsuf, 12/52), aldatmak (Mürselât, 77/39), insanı ateşte yakmak (Sâffât, 37/98), kin (Hac, 22/39), insanları dinden men etmek (Târık, 86/15-16) ve çare (Yûsuf, 12/76) anlamlarında kullanılmıştır.
Müşriklerin, mü’minlere yaptıkları zulümler (Enfâl, 8/18), Peygamberimizi öldürmek istemeleri (Hac, 22/15), Kur’ân ve İslâm’ın nurunu söndürmek ve insanları dinden men etmek istemeleri (Târık, 86/15-16), Firavun ve taifesinin İsrailoğullarının çocuklarını öldürmeleri, işkence ve zulüm yapmaları (Mü’min, 40/25, 37), Ebrehe ve ordusunun Kâ’be’ye saldırısı (Fil, 104/2), Mısır hazine bakanının eşi Zeliha’nın Yusuf Peygamberle zina etmek istemesi (Yûsuf, 12/33-34), Yusuf (a.s.)’ın bunu kabul etmemesi üzerine ona zina isnatında bulunması (Yûsuf, 12/22, 28, 50), Yusuf (a.s.)’ın kardeşlerinin Yusuf (a.s.)’a kötülük etmeleri (Yûsuf, 12/5), Şeytanın, insanları aldatmak, küfür ve isyâna, kötülük ve zulme sevketmek için yaptığı vesvese (Nisâ, 4/76) “keyd” kavramı ile ifade edilmiştir.
Keyd kavramının isim şekli mekîd çoğulu mekîdûn’dur. Kur’ân’da kâfirler, mekîdin (hilekârlar) olarak nitelenmiştir (Tûr, 52/42). (İ.K- Dini Kavramlar Sözlüğü, DVY)

YBYB
 rtfSndPly*86.16*
(٨٦-١٦)
86.16*************
وَاَكٖيدُ كَيْدًا
86.16 - Ve ekîdu keydâ.
SA - Ben de (onları yakalamak için) bir tuzak kuruyorum.
Ke.ye.de: Hile, tuzak kurmak, hileye ceza verme, işleri yoluna koyma, hilesini bozma, kötülük, engel olmak, kusmak, çakmağın geç yanması, savaşmak, dövüşmek, karganın ötmesi”
Hile yapmak, aldatmak, tuzak kurmak, hak veya bâtıl sebeple tedbir almak demektir. Keyd çoğunlukla yerilen bir fiil ve davranıştır. İnsanların başkalarına zarar vermek veya kendilerine menfaat sağlamak için yaptıkları hile kötü, Allah’ın hile yapanların hilelerini boşa çıkarması ve tedbir alması iyidir (A’râf, 7/183. Târık, 86/16).
“Keyd” kavramı Kur’ân’da 35 defa geçmiş ve azab etmek (A’râf, 7/183), insan öldürmek (Tûr, 52/42), tuzak kurmak (Yûsuf, 12/52), aldatmak (Mürselât, 77/39), insanı ateşte yakmak (Sâffât, 37/98), kin (Hac, 22/39), insanları dinden men etmek (Târık, 86/15-16) ve çare (Yûsuf, 12/76) anlamlarında kullanılmıştır.
Müşriklerin, mü’minlere yaptıkları zulümler (Enfâl, 8/18), Peygamberimizi öldürmek istemeleri (Hac, 22/15), Kur’ân ve İslâm’ın nurunu söndürmek ve insanları dinden men etmek istemeleri (Târık, 86/15-16), Firavun ve taifesinin İsrailoğullarının çocuklarını öldürmeleri, işkence ve zulüm yapmaları (Mü’min, 40/25, 37), Ebrehe ve ordusunun Kâ’be’ye saldırısı (Fil, 104/2), Mısır hazine bakanının eşi Zeliha’nın Yusuf Peygamberle zina etmek istemesi (Yûsuf, 12/33-34), Yusuf (a.s.)’ın bunu kabul etmemesi üzerine ona zina isnatında bulunması (Yûsuf, 12/22, 28, 50), Yusuf (a.s.)’ın kardeşlerinin Yusuf (a.s.)’a kötülük etmeleri (Yûsuf, 12/5), Şeytanın, insanları aldatmak, küfür ve isyâna, kötülük ve zulme sevketmek için yaptığı vesvese (Nisâ, 4/76) “keyd” kavramı ile ifade edilmiştir.
Keyd kavramının isim şekli mekîd çoğulu mekîdûn’dur. Kur’ân’da kâfirler, mekîdin (hilekârlar) olarak nitelenmiştir (Tûr, 52/42). (İ.K- Dini Kavramlar Sözlüğü, DVY)
 (٨٦-١٧)
86.17*************
فَمَهِّلِ الْكَافِرٖينَ اَمْهِلْهُمْ رُوَيْدًا
86.17 - Femehhilil kâfirîne emhilhum ruveydâ.
SA - Hele sen o kâfirlere mühlet ver, biraz bırak onları (bildiklerine gitsinler).
Ra.ve.de: Göz koyma, elde etmeye çalışma, peşine düşmek, yavaş olma, mühlet verme, isteme,
Me.he.le: Süre, mühlet, irin, madenin filizini erimiş hali,
Ke.fe.ra: Nankör, inkar, gizleme, çiftçi, tasdik etmeme, inanmama, kaçınma, hiçe sayma, tanımama, küfre girme, silme, kefaret, kafur içeceği.
Bir şeyi örtmek, perdelemek, gizlemek, uzak durmak ve nimete nankörlük etmek anlamlarındaki “k-f-r” kökünden türeyen kâfir, sözlükte, bir şeyi örten, gizleyen ve nimete, iyiliğe nankörlük eden demektir. Bu kelimenin asıl anlamı bir şeyi örtmek, gizlemektir. Bu sebeple, gündüzü örtüp gizlediği için geceye, tohumu toprağa gömdüğü için çiftçiye ve kılıcı örttüğü için kınına kâfir denmiştir.
Din ıstılahında ise, Hz.Peygamberi ve onun Allah’tan getirdiği kesinlikle sabit olan şeyleri yalanlayan, tevatür yoluyla bize ulaşmış bulunan hükümlerden birini ya da bir kaçını inkâr eden kişiye kâfir, bu eyleme ise küfür denir. Eş’arî ve Mâturîdîlerin de içinde bulunduğu kelâm bilginlerinin çoğunluğuna göre küfür; zarurât-ı diniyyeden olduğu kesinlikle bilinen şeylerin tamamını veya bir kısmını kalben tasdik etmemek demektir. İmam Gazzâlî küfrü, Hz.Peygamberin getirmiş olduğu şeyleri yalanlamak şeklinde tarif etmiştir.
Kâfirler hakkında Kur’ân’da şöyle denilmektedir: “(Âyetlerimizi) inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların lâneti onların üzerindedir.” (Bakara, 2/161); “Gerçekten, inkâr edip kâfir olarak ölenler var ya, onların hiçbirinden fidye olarak dünya dolusu altın verecek olsa dahi kabul edilmeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır; hiç yardımcıları da yoktur.” (Âl-i İmrân, 3/91). Kazib (âyetleri yalanlayan), mülhid, münafık ve müşrik kimseler de kâfir kavramının kapsamına girmektedirler. (F.K.- Dini Kavramlar Sözlüğü, DVY)”.

“Küfür, lügatte nimeti örtmek manasına gelir. Kâfire, nimeti inkâr ettiği ve onu örttüğü için "kâfir" denilmiştir. Tohumu toprağa gömene ve geceye kâfir denilmesi de bu kabildendir. "Ziraatçıların da hoşuna giden bitkisi gibi" mealindeki âyette de kelimesi bu manada kullanıl­mıştır. Gece de, karanlığı ile herşeyi örttüğü için "kâfir" diye isimlendirilmiştir.
Küfr, "kef'in zammıyla "küfrân" gibi nimeti örtmek yani nankörlüktür. Bunun aslı da "kef'in üstünü ile "kefir"dir. Mutlaka örtmek demektir. Üstün ile olan bu manadadır.
Tohum eken ziraatçiye, gece­ye "kâfir", meyve tomurcuğuna "kâfur", kalça etlerine "kâfire" denilmiştir. Bu durumda fetha ile "kefr", genel anlamda mutlak örtmek, zamme ile "küfr" ise özel anlamda nimeti örtmektir.
Dinde küfür ise, imanın zıddıdır, imansızlık demektir. Bir kimsenin iman, şanından olduğu halde, iman etmemesidir. Öyle ki; yalanlama ve inkara, tasdiki terk etmeyi, bir zorlama ve engel ol­madığı halde dil ile ikrarı terk et­meyi de içine alır.
İmandaki tasdik gibi küfür de, tekzib de, kalbî, kavlî veya fi­ilî olur. Kalp ile yalanlama nasıl küfür ise, zorlama olmaksızın sözlü yalanlama da öyledir. Fiilî yalanlama da böyledir. İman edil­mesi arzu edilen mukaddes şeyle­re fiilen hakaret ve alay etmek, küçümsemek ve hafife almak, bunları bozmaya çalışmak en çir­kin küfürdür.
Kur'ân'da türevleriyle birlikte yaklaşık 524 âyette zikredilen bu kelimenin kökü, ke-fe-re’dir. "Kefere" ise "bir şeyi örtmek" demektir. Bu anlamıyla çiftçi tohumu toprağa atıp onun üzerini örttüğü için, ona "kafir" denir. Bunun gibi kılıcını örten kınına, karanlığı örten geceye ve meyveyi örten çiçek tomurcuklarına da, içlerinde meyveyi gizlediklerinden dolayı 'kâfir' denmiştir.
Cahiliye döneminde ise lügat manasına uygun olarak kullanılmıştır. Nitekim o dönemin şairlerinden Lebîd şöyle der:
"Onun sırtındaki, kendi rengine uymayan, renkli çizgiye, bulutların yıldızları örtmüş olduğu bir gecede yağmur taneleri, aralıksız olarak dökülür." İslâm ıstılahında ise küfür, Allah'ın nimetlerini ve O'nun birliğine delâlet eden âyetlerini inkâr etme, görmez­likten gelme demektir. Zira, her akıl sahibinin anlayabildiği; peygamberlerin gönderilmesinden tutun da, Allah'ın birliğine ve O'nun ortağı olmadığına delâlet eden bütün delillere, âyetlere inanmayıp ve böylelikle de adeta Allah'ın nimet­lerinin üzerini örtüp, görmezlikten gelene Kur'ân'da "kâfir" demiştir.
Bu itibarla "küfür" kelimesinin dini anlamıyla lügat anlamı arasındaki ilişki şöyle izah edilebilir: Münkir (inkâr eden) veya inkarcı, dinde iman edilmesi gereken hakikatlerden birisini veya Allah'ın kulları üzerinde gerekli gördüğü emir ve yasakların tümünü inkar edendir. İşte bu durumda kişi, inkâr ettiği iman gerçeklerini kendisine belleten ve gösteren ikna edici delilleri ve burhanları örtmektedir. Ayrıca o kişi, itaatta Allah'ın hakkını da görmezlikten gelmektedir
Netice olarak, maddi manada örtmek ve gizlemek anlamında kullanılan küfür kelimesi, Kur'ân'da maddi alandaki anlamı baki kalmak kaydıyla, manevi alana taşınmış ve bu alanda örtmek ve gizlemek anlamını ifade eder hale gelmiştir. Hatta diyebiliriz ki, Kur'ân'da bu ikinci anlam, temel anlam niteliğine kavuşturulmuştur. Allah'ın bahşetmiş olduğu nimetlere karşı teşekkürünü açığa vurmayan ve onlara karşı nankörlük eden kişiye kâfir denmiştir. Diğer bir ifade ile sanki o, kendisine sunulan delilleri yeterli görmeyerek kabul etmemiş, bu hareketiyle adeta, onların üzerini örtmüştür. Bu mana, câhiliye döneminde bilinmemiştir. İslâm bu manayı kazandırmıştır diyebiliriz.
Küfr, dört manada tefsir edilir:
1. Allah'ın tevhidine küfr etmek, O'nu in­kar etmek.
"Gerçekten o küfr edenleri (Allah'ın tevhidini/bir ve tek ilah olduğunu inkâr edenleri) uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir: İmân etmezler."
"Küfr edip (Allah'ın tevhidini inkâr edip) Allah yolundan alıkoyanlar..." [
2. Hüccetin/delilin inkârı.
"O tanıdıkları kendilerine gelince, ona küfr ettiler (onlar onu tanıdılar, fakat onu inkâr ettiler)."
"Yoluna gücü yetenlerin Beyt'i (Kabe'yi) haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. Artık kim küfr ederse (Ehl-i Kitap'tan olsun, diğer dîn müntesiblerinden olsun kim Allah'ın Beyt-i Haram'ını haccetmeyi inkâr edip haccın farziyyetini reddederse), şüphesiz ki Allah âlemlerden (Ehl-i Kitap'tan ve onla­rın gayrısından) ganidir."
3. Küfrân-ı nimet/nankörlük.
"Bana şükr edin, Bana küfr (nimetime küfr/nankörlük) etmeyin!"
"(Süleyman dedi ki): "Şükr mü edeceğim, yoksa küfr (nimete küfr/nankörlük) mü edeceğim di­ye beni sınaması içindir."
"Allah'a şükret diye; ve her kim şükr ederse, kendi le­hine etmiş olur; her kim de küfr (nimete küfr/ nankörlük) ederse, doğrusu Allah ganidir, hamîdtir."
"(Fir'avn, Musa'ya dedi ki): "O yaptığın fiili yaptın, o halde sen o kâfirlerdensin (yani, nankörlerdensin -ki bununla, o'nu küçükken büyüttüğünü ve o'na iyilik yaptığını, buna karşılık Musa'nın nankörlük ettiğini kaydetmektedir)."
4. Beri/uzak olmak, uzaklaşmak.
"(İbrahim, babasına ve kavmine dedi ki): "Biz size küfr ettik (sizden teberri ettik/uzaklaştık); bizimle sizin aranızda ebedî olarak düşmanlık başla­dı."
"Sonra, Kıyamet Günü kiminiz kiminize küfr edecek (uzak olduğunu ilan ede­cek)." [
"(İblis kendisine itaat edenlere diyecek ki): "Ben sizin bundan evvel beni, (itaatte Allah'a) şirk koşmanıza da küfr etmiştim" (yani, uzak olduğumu bildirmiştim)." Elmalılı-MYSoyalan”.




220 yorum:

«En Eski   ‹Eski   201 – 220 / 220
Adsız dedi ki...

I'm extremely impressed with your writing talents as neatly as with the format on your blog.
Is that this a paid subject or did you modify it your self?

Either way keep up the excellent quality writing, it's rare to look a great weblog like this one today..


Review my web blog Mesothelioma Law Firm

Adsız dedi ki...

Hi are using Wordpress for your blog platform? I'm new to the blog world but I'm
trying to get started and create my own. Do you need any coding expertise to make your own blog?
Any help would be greatly appreciated!

Have a look at my website clash of clans gem box

Adsız dedi ki...

You are also advised to plan your trip this vacation? And made locally,
but the customs are still basically the same. The house has
central marrakech quad dublin airport departures heating and
air-conditioning, as well as renting out the newly-renovated homes and apartments is still at
a low cost. But it was the catchy Casablancathat hit the spot.
Despite growing numbers of visitors, Asilah has retained its distinctive Spanish character.
The marrakech quad dublin airport departures medina is beautiful and fertile.



My web blog; riad marrakech hotel sofia (wiki.kastnet.at)

Adsız dedi ki...

For newest information you have to pay a visit world-wide-web and on internet I found this site as a most excellent website for most
up-to-date updates.

Stop by my web page myfreecams cheat; bacins.com,

Adsız dedi ki...

Pretty nice ρost. I just stumƄled upon your weblog aand wished too say that I hve truly enjoyed browsing your blog posts.
In any case Ӏ will bbe subscribing to youг rss feed and I
hope you write again very soon!

My blog post ... wedding ceremonies

Adsız dedi ki...

Odzież reklamowa
christy hemme
testosterone
basil
business degrees
crown plaza
drug rehabilitation programs
koszulka z nadrukiem
tivoli
kitchen cabinet hardware
equity fixed loan rate
ebony pussy
american airlines center
mistah fab
illinois hotels
dialer systems
drexel university online
culinary schools nj
fort worth schools
lga
myspace pictures
dalworth carpet cleaners
employers liability insurance quote
at&t hosting
江蘇省
oklahoma city schools
denver extended stay
medical assisting training
auto warranty
miraclesuit
hotel reservations
car insurance quotes in ireland
Odzież reklamowa
mexican automobile insurance
email si
taylor swift
free drug rehabilitation
funeral homes
jade
corporate event planning
kimberly williams
state tax debt
valentino
everest
juniper bank
xerox phaser 8400 solid ink
pontiac g6 com
Odzież reklamowa
Odzież reklamowa
traffic accident claims
bob's discount furniture
landlords insurance uk
cheapseats
seattle car accident attorney
http://www.retraffic.com/news/---retraffic
http://www.dracotek.net/2013/11/03/dsi-prophet-12-module/
http://properjobwebdesign.com/User-Profile/userId/73478
http://my-insurance.eu/link/to-asfalistra-gr-%ce%b5%ce%af%ce%bd%ce%b1%ce%b9-%cf%84%ce%bf-no1-online-%ce%b1%cf%83%cf%86%ce%b1%ce%bb%ce%b9%cf%83%cf%84%ce%b9%ce%ba%cf%8c-%cf%80%cf%81%ce%b1%ce%ba%cf%84%ce%bf%cf%81%ce%b5%ce%af%ce%bf/
http://unpopularview.com/ActivityFeed/MyProfile/tabid/61/UserId/40728/Default.aspx
http://baileyandchas.com/?attachment_id=146
http://www.zeyneleroglu.com.tr/yildizname-nedir
http://markttechnik-forum.de/index.php?page=User&userID=9339
http://hihume.ru/%D0%A3%D1%87%D0%B0%D1%81%D1%82%D0%BD%D0%B8%D0%BA:KeithXvbzhfyosl
http://gochiropractice.com/chiropractic-marketing/seo-overview
http://blog.advantamarketing.co.uk/post/2013/05/10/advantas-new-blog-is-now-live.aspx%22
http://www.e-techuniversal.com/product-catalog/item/834-ad90-ss
http://peca7.com/?attachment_id=73
http://cohaku.ldblog.jp/archives/50017029.html
http://www.theskye.net/UserProfile/tabid/341/userId/154535/Default.aspx

Adsız dedi ki...

Your method of explaining all in this article is truly
nice, all be capable of simply know it, Thanks a lot.


Here is my site; the venus factor

Adsız dedi ki...

Adult men, like women of all ages, have several TYPES of ejaculations.

Ladies, have 7, and men have a few, various sorts.

This is the video that should be manufactured about men's male orgasms.


The very first orgasm that men have is usually via their
male organ. Clearly, every gentleman on the globe is aware
of how preparing. A smart, competent, and established woman can wear out any man within a13623 limited
time. Who has never was a huge concern. All women knows this lady
can do it this is exactly why ladies have power over men.

Feel free to surf to my weblog; brazzers accounts (getfreebrazzersaccounts.wordpress.com)

Adsız dedi ki...

If you have your own backups, you can get things back up and running following and loss of
power or data. Virtual private server is a terminology common among
companies providing Internet hosting services. They can install and run virtually any program or software
that is compatible with that OS.

Here is my blog ... VPS hosting

Adsız dedi ki...

Oh my goodness! Amazing article dude! Thank you so much, However I am encountering difficulties with your RSS.
I don't understand the reason why I cannot join it. Is there
anyone else having identical RSS problems? Anyone who knows
the answer can you kindly respond? Thanks!!

Review my website; free psn codes - basicgaming.org -

Adsız dedi ki...

I appreciate, cause I found exactly what I used to be taking a look for.
You have ended my 4 day lengthy hunt! God Bless you man. Have a nice day.
Bye

my web blog - software update ipad

Adsız dedi ki...

Gοod post however I wwas wondering if you could ѡrite a litte more
on this topic? I'Ԁ be very grateful іf yoս could elaborate a little
bit more. Cheers!

Check oout mƴ web blog - Size Sexy Costumes

Adsız dedi ki...

Its so difficult finding interesting personal blogs currently, it seems everyone runs them for a financial reason
I have added you in my weekly website list, keep up the interesting posts!


Look at my blog post ... bed and breakfast Somerset ()

Adsız dedi ki...

Very shortly this site will be famous among all blogging and
site-building viewers, due to it's fastidious content

Also visit my homepage - www.easywaytosetupawebsite.info

Adsız dedi ki...

Informative article, exactly what I wanted to find.


My page; somatodrol (zendesk.com)

Adsız dedi ki...

I'm really enjoying the theme/design of your web site.
Do you ever run into any internet browser compatibility problems?
A handful of my blog audience have complained about
my website not operating correctly in Explorer but looks great in Firefox.
Do you have any ideas to help fix this problem?

Review my web site :: mfc free tokens

Adsız dedi ki...

I used to be able to find good information from your blog articles.



Have a look at my site - El Monte event rentals

Adsız dedi ki...

Once out of property, the next problem is finding somewhere to put the money in a building that was once part of the department's counterterrorism efforts since the buy to let insurance (http://www.goarch.org/author/G46Y)
Sept. 2 For single house, duplex or multi-family rental, you can ask about the tenancy, the greater the likelihood that
one of the units, but had a chronic problem making her rent
payments.

Adsız dedi ki...

Hi, of course this article is truly fastidious and I have learned lot of things from it about blogging.
thanks.

Here is my blog :: facebook

Adsız dedi ki...

Fine way of explɑining, and faѕtidious article to take
infߋrmatiߋn concеrning my presentation focus, which
i am going to convey in acаdemy.

Also visit my sitе Morses

«En Eski ‹Eski   201 – 220 / 220   Yeni› En yeni»

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı